Nankör Kırlangıç

O sabah diğer sabahlardan farksızcasına şehre birkaç kilometre uzaktaki bir piknik alanına gitmek üzere yola çıkmıştım. Amaç nefes almak, şehrin gürültüsünden uzaklaşmak gibi şeylere çok zıt bir durumdu. Ağır bir protokolün karşılanması, sonrasında da tedirgin geçecek bir kahvaltıyı bir an önce atlatmaktı. Karşılama töreni merasiminde ip gibi dizilen sekiz on kişilik grup arasında çok tanıdık iki yüz de vardı. Annem ve babam...

Bütün bunları oturduğum sandalyede içimden gülerek izliyordum. Bana göre mantıksızdı. Bu kadar formaliteye ne gerek vardı ki? Bu düşüncelerime tam dalmışken beni birden yerimden hoplatan iki elin birbirine vurulması sonucunda çok değerli/siz emniyet müdür yardımcısı Ayhan amirin ağzından çıkan cümle olmuştu

- Gözüktüler, hazırlanın beyler ve bayanlar...

Birdenbire piknik alanın özel günler için ayrılmış yerine beş adet fiyakalı makam arabaları girdi. Sırayla tokalaştı ağır protokol üyeleri ve de bizim ilçenin rütbeli polisleriyle eşleri... Bense orada şu bahsettiğim büyük amcaların çocukları varsa onlarla ilgilenmek üzere görevlendirilmiştim ilçenin diğer amiri babam tarafımdan. Fakat ortalıkta gözüken benim yaşıtlarımda hiç kimse yoktu. Onlar yukarıya çıkarken babama bir bakış attım ve de kahvaltıya davet edildiğim halde o masada oturamamanın gerginliğini yaşadım.

Tekrar o klasik sandalyedeki yerimi aldım fakat bir farklılık vardı. Önüme sehpa cinsinden bir masa yerleştirilmiş ve baya zengin bir kahvaltı tabağıyla bu resim süslenmişti. Tüm bu formalitelerin gereksizliğini düşünen fakat hareketlerinde mecburen bunları yansıtmayan bir kişi daha vardı ortamda: En büyük protokol üyesinin yani il emniyet müdürünün koruması olan amca...

Yanıma oturdu, ona da benimkisi kadar zengin olmasa da bir kahvaltı tabağıyla birlikte bir fincan çay geldi. Önünde masası yoktu ve benim sehpayı beraber paylaştık. Kahvaltı merasimi bitmesine rağmen yukarı katta hâlâ büyük protokol derin sohbetine devam ediyordu. Bizse o koruma amca ile muhabbeti bayağı koyulaştırdık. Benim kimin kızı olduğum, nerede okuduğum, onun çocuklarının neler yaptığı gibi klasik konulardan konuşurken, birden bir kuş gösterdi bana. Bulunduğumuz mekâna yuva yapmışlar ve sürekli o iki kuş gelip gidiyordu. 'Bu kuşun ismi kırlangıçtır. Fark ettiysen ikisi de yere konmuyor. Biri yuvada soluklanırken diğeri de yerden belli bir yükseklikteki alanda duruyor. Çünkü kırlangıçlar bir metrenin altına düşerse yaşayamazlar.' diye bir tanım yaptı bana...

Artık ilgi alanım ne ağır protokol üyeleri ne de o koruma amcaydı. Sadece o iki kırlangıcı izliyordum. Yuvalarını sürekli kontrol ediyor ve yere düşmemek için verdikleri mücadelede sonrasında yoruldukları için buraya gelip sırayla soluklanıyorlardı. Fakat her zaman olduğu gibi burada da bir haksızlık vardı. Biraz nankör olan kırlangıç, hep daha uzun soluklu bulunuyordu yuvada. (Bu arada yuva sadece bir kırlangıcın sığabileceği büyüklükteydi.)

Yine ortadan kayboldular. Aradan yaklaşık yedi sekiz dakika geçti ve bir kırlangıç geldi ve sanırım bu gelen haksızlığa uğrayan kırlangıçtı. Birkaç saniye sonra da nankör olan yani haksızlık yapan kırlangıcımız geldi ve yüksek bir yerde geçici olarak durdu. 'Cik cik cik' gibi bir ses çıkardıktan sonra yuvadaki kırlangıç hemen 'Anladım' işaretini veren bir 'Cik' sesiyle yuvayı boşalttı. Yerden yüksek bir yerde devam etti soluklanmasına. Sırasının gelmesini bekledi. Nankör kırlangıç yuvada keyif sürerken bir tur atıp geldi diğer kırlangıç. Yoruldum manasına gelen 'Cik cik cik' sesi çıkardı. Yuvadaki kırlangıç buna aldırış etmedi ve keyfini kaldığı yerden sürmeye devam etti. Artık çok fazla yorulmuş olan dışarıdaki kırlangıç sabretti ve çok rahat olmasa da yerden yüksek bir yerde konaklanmaya ve yuvada bulunan kırlangıcın yuvadan ayrılmasını beklemeye başladı. Haksızlık yapan kırlangıç neredeyse yarım saat kadar yuvadan hiç ayrılmadı, tabii bu sırada diğer kırlangıç defalarca gelip gitti yuvanın olduğu ortama. Fakat hiç birinde umduğunu bulamadı.

Ben tüm bu olup bitenleri şaşkınlıkla izlemeye devam ederken, içimden de 'Bu ne biçim dünyadır be kardeşim! Adım attığın yer haksızlık... Her yerde mi çürük elma var anasını satayım...(argo ifade için özür dilerim)' diyerek geçirdim.

Yine bu düşüncelerden beni hoplatarak çıkartan bir ses vardı. Fakat bu sesin sahibi bir başkasıydı. Pişmanlık, utanç ve özür dileme ifadesinin bulunduğu bir suratla babam:

'Hadi, kızım gidiyoruz...' diyerek annemle kendisinin ortasına aldığı benle yavaş yavaş ağır protokolün arkasından arabamıza doğru yönelmemizi istercesine bir adım attı.

O saniye de babamın ve annemin günümü zehir etmelerinden daha çok, nankör kırlangıcın ne kadar daha o sabırlı ve alçak gönüllü kırlangıcı yuvaya almamasını düşünmekte iken sessizce 'Vay be!' diyerek o mekândan ayrılmak zorunda kaldım.

'Umarım çok yorulmamışsındır be sabırlı kırlangıç...'

...kederin kalemi...

Not: Sıkıcı geçen bir günde sıkıcı bir olay... Yazık

20 Temmuz 2010 4-5 dakika 5 öyküsü var.
Beğenenler (4)

Henüz beğenen olmamış :(

Yorumlar (7)
  • 14 yıl önce

    sonunu geteremeden bırakamayacağım bir öykydü. bi solukta okudum yazını. yüreğine sağlık çok güzel olmuş

  • 14 yıl önce

    güzeldi....hem de güne seçilmiş👍👍👍👍👍 kutlarım👍👍👍