Ölü Balık Gözlü Balıkçılar
İş dönüşü eve gitmeden şöyle birkaç değişik insan yüzü görmem gerek. O gün üç yıldır göremediğim bir arkadaşla buluşmaya gitmem onu özlediğim kadar bu değişik insan yüzlerine bakmaktı . 2005 Altın Portakal Edebiyat Ödülü almıştı Yücel . Aramızda konuşurken ? öykü ya da şiir balık avına benzer mi ?? ya da buna benzer bir şeyler söylemiştim? Bunu tam olarak anımsamayışıma o buluşmada birkaç kadeh atmamızın katkısı da inkar edilemez.
Belki bu insan kalabalığı içinde bir öykü avlarım diye umutlanıyorum . Öyle yayınlama merakım da yoktur. Yıl 1990 Eylül yok Ekim miydi yoksa. Fotoğrafımızda tarih vardır belki, her neyse. Ahmet Erhan "Deniz Unutma Adını" şiiriyle ödül aldığında Gençlik Parkı'nda oturup birkaç kadeh attığımızda ondan bu konuda eleştiri de almıştım. Hesaplar ödül alan şairimizdendi elbet. Yanımızdaki diğer iki arkadaşla tanıştık: Biri öykü yazarı diğeri roman. Biri Burhan ve diğeri Murat'tı. Belki beni yüreklendirmek için belki gerçek ama Ahmet, o siyah ve duygulu gözleriyle sıcacık bakarak " Sen en az benim kadar güzel şiir yazarsın ama yayınlayıp genelle paylaşmazsın; eşe dosta okur bununla yetinirsin,abi." demişti. Aramızda bir yaş vardı ama kardeş sevgisiydi bu "abi" sözü. Onların yanında söylenen bu söz, gururumu çok okşamıştı . Doğru. Öyküde de böyleyim. Benimkisi kendi çalıp oynamak...
Kendim çalıp kendim oynasam da o gün eve dönüşümde içim öyle boşalır ki... Mutluyumdur çok mutlu. Öyküden sonra insanları daha da çok seviyorum sanki. Dolmuştaki itişmeler beni çıldırtmıyor. Dolmuşçunun kaba saba tavırları da. Bir ıssız adadan kurtulup insanlara kavuşmuşum sanki. Ter kokuları bile umurunda değil. Tanımadığım bir bayana hatta genç bir kıza, herhangi birine hemen yerimi vermeye hazırım. Gözlerim neden buğulu bakıyor sanıyorsunuz? Yüzüm neden gülümsemek için kıvranıyor dersiniz? Neden her şeyi herkesi seviyorum? Bütün bunlar öykümü doğurmamla oluyor .
Doğurmak... Yani erkek öykü doğuruyorsa, onu memeleriyle değil de yüreğiyle emziriyorsa öykücünün kadın olmadığını kim söyleyebilir? Neden olmasın -Şimdi sıkı bir buluş yaptım gibi:
S a n a t ç ı n ı n c i n s i y e t i y o k t u r-
"Olur mu canım öyle şey " demeyin. İyi de öykü yaşamda var olan, yaşamla akıp giden ama öykücünün onu fotoğraf çeker gibi dondurduğu binlerce şeyden biri değil mi? Öyleyse onu içine alıp biçimleyen ve besleyip doğuran kişi öykücüdür; denebilir.
*
Sınıftaki o küçük insanlardan yeterince yaşama sevincini alınca büyük ve sorunlu bu insanlarla dirsek temasına hazırım. Bir nehir gibi akan bu insan kalabalığında caddelerde öykü için olta attım. O kadar çok öykü var ki nehrin üstünden zıplayıp duruyorlar. Bu gün oltama ilk takılanı çekip kağıt sepetime koyuyorum :
Yeraltı ulaşımla Kızılay'da inip Sakarya'ya yürümeye başladım. Daha otuz metre gittim gitmedim ansızın bir rüzgar , yağmur . Gök mü delindi ne. Sakarya'yı tıklım tıklım dolduran onca insan , sanki bu yağmurla eridiler de yok oldular. Yağmurun şakası yoktu. Nasıl geldi, ne zaman geldi hiç anlayamadım. . Yanı başımdaki balıkçı dükkanının güneşliğinin altına kendimi zor attım. Yağmur dinene kadar tezgahtaki balıklara bakarım olur biter diye düşündüm.
Balık tezgahtarlarından biri ayakkabılarıma doğru eğildi. Tezgahtar yarı ıslak bir kazı kazan kartonunu kaptığı gibi hızla yazarkasanın olduğu yere gitti. Nereden gelmişti bu kazı kazanlar anlayamamıştım. Diğer tezgahtar hem tezgahının başından ayrılmıyor hem de iki metreye yakın bir uzaklıktan merakla kartonu içeri alana :
-Kazınmış mı Ahmet?
-Yok,yok. Sağlam.
-Çok mu, çok mu?
-En az otuz.
Yüzlerinde bir mutluluk belirdi . Az önceki tezgahtar, tekrar ayaklarımın olduğu yerlere doğru göz gezdirirken iki kazı kazan kartonu daha buldu. Onu da hemen içeriye yazarkasanın olduğu yere götürdü. Yazarkasaya bakan gençten biri bulunduğu yerden dışarı çıktı. . Avını inine almış ve onu güven içinde tutmak isteyen bir kurt gibiydi İlerde kazı kazancı bir kadına doğru başını çevirdi. Her şey yolunda olsa gerek hemen diğer tezgahtarlarla birlikte içeri daldılar. Çabucak ellerindeki kazı kazanları kazımaya koyuldular. Tezgahtarlardan biri de balıkların başında bekliyordu.
Balıkçı dükkanının hemen bitişiğinde, kazı kazancı kadın, üzeri piyango bileti ve kazı kazanlar sıralı tablasının üstünü naylonla örtmüş saçak altında bekliyor. . Yüzündeki kırışıklıklardan emekli biri olduğuna o kadar eminim ki. Ankara memur kenti. Yıllarca çalışıp sonra suçlu bir kediymiş gibi ensesinden tutulup kapı önüne konmuşlarla dolu. Ev bark alamamışlarla . Ev sahipleriyle kaç kez atışmışlarla. Çalışırken kıt bir maaşla zor ayakta durmaya çalışanlar o daha da azalan emekli
maaşıyla ne yapsın ? Yine çalışacak. Pörsümüş karnı, eğrelti bir pantolonun içinde öne çıkmış . Boynu yağmurun serinliğiyle omuzlarının arasına sığınmış ve yüzünde nedense bir gülümseme...
Tezgahın başındaki adama:
-Yazık kadına , içerdeki kazınanlar garibin kim bilir kaç günlük ekmeğidir;geri verseydiniz,keşke,dedim.
Adam hiçbir şey söylemedi. Sadece yüzünü buruşturdu ve başını başka yöne çevirdi . Bakıyordum. Yalnızca baktım. Kazı kazancıya baktım. Balıkçı dükkanında çalışan bu insanlara baktım. ... İçerdekiler kazımayı sürdürüyorlar. Gözleri yalnızca o yarı ıslak kazı kazanlarda . Merak içindeki gözleri , neredeyse ölü balıkların gözleri gibi dışarı fırladı fırlayacak.
Tezgahtaki buzların içinde kaskatı donmuş ölü balıklara bakıyorum. Gözleri kocaman olmuş balıklara... Ağızlarında kazı kazancı kadının tebessümü yok . Balıkların yüzleri tezgahtarların yüzlerinin aynadaki yansımasıydı sanki. Hiçbir anlamı olmayan birer saydam yüz...
Yağmur dindi. Bulunduğum yerden çıktım. Yürümeye başladım. Kazı kazancı kadının önünden geçerken kadının yüzünde hala o gülümseme duruyordu. Sanki gülümseme onun dudaklarında sonsuza kadar donmuştu.
Av yakalamış biri olarak öykümü bitirmiştim. Ama merakım bitmemişti. Altı ay sonra kadına gidip o günü ve yazdığım öyküyü anlattım. Adı ?Kader?miş.Yine Gülümsüyordu:
" İyi ama onlar daha sonra bana biletlerin parasını ödediler ki." dedi.
1- İçinde bulunduğumuz insan denizi öyle derin öykülerle gizlidir ki. Duyarlı, araştırmacı, öğrenen, yazan, yeri geldiğinde kendi çalıp kendi oynayan, yeri geldiğinde de paylaştıkça haz duyan, anlatımı ile güçlü kalemler vardır. (Daha önce de severek okumuştum bu yazısını Sait Bey' in. Şimdi ne iyi bir yenilik getirilidi de ana sayfada yer bulabiliyor böylesi yazılar. Işın Bey' e ve bu yenilikte payı olan tüm arkadaşlara teşekkürler.) İnsan denizi dedik, yeni öyküleri taze bir balık gibi, tüm diriliği ile tuzlu pullu yakalamak o deryada. Zor iştir aslında. Balığı nasıl yakalayacağınız ve nasıl pişirip okuyucuya servis yapacağınız önemlidir. Kendi özgün kaleminizin tadını vermeniz değişilmez bir lezzettir ki, Sait Bey bunu yazının başında yaşadıklarını anlatarak ve sonuna da bir öykü ekleyerek yapmış ustaca. Öyküyü balık gibi yakalamak, bakış açısının gökyüzü gibi geniş, derin, önyargısız olmasında ve insandaki, insan yaşamındaki o cevherin bilinmesi ile mümkündür belkide. Anadolunun ozan, şair ve düşünürlerinde en çok sevdiğim yan da budur, örneğin Aşık Daimi â??Kainatın Aynasıyım / Madem ki ben bir insanımâ? der. İnsan esastır.
2- Ben şiirlerde ve öykülerde bu şekilde ortaya çıkmış eserlerde, ona doyumsuz tadını veren kalemlerin özgünlüğünü araştırırım hep, bunu türkülerde, ozanın sesinde ve enstrüman tınısında da ararım, bu özgünlük, manevi bir imza gibi durur tüm ışıltısı ile baş köşede. Aşık Veysel'in sesindeki o eşsiz tını, bir dinleyince bir daha unutulmaz, tüm seslerden ayırt edilir, Hasret Gültekin'in bağlamsındaki şelpe şele parmakları ile yayılan tını unutulmaz ve eşsizdir, Nesimi Çimen'in curasından çıkan melaodide de bu özgün tatlar, RENKler vardır.
Sait Bey' in bu yazısında da, öykünün sonunda; â??Av yakalamış biri olarak öykümü bitirmiştim. Ama merakım bitmemişti. Altı ay sonra kadına gidip o günü ve yazdığım öyküyü anlattım. Adı "Kader"miş.Yine Gülümsüyordu: " İyi ama onlar daha sonra bana biletlerin parasını ödediler ki." dedi.â? Kısmında, sonu mutlu sonla bağlanmış, bu bağ umudun ve iyiliğin vazgeçilmez kırmızı kurdelesidir. Sait Açıkgöz' ün imzası da burdadır sanırım.
Can/dan kutlarım...
ve hayat tersine akmis...
günün yazısını görünce evet dedim işte bu şiirkolik gerçekten hep ileri hep ileri ve de kıymetli Sait hocamızın güzel bir öyküsüyle başlaması isabet olmuş.. ve okudum Sait hocam çok teşekkürler bu güzel paylaşımınız için
sevgili Işın beye de ayrıca kocaman teşekkürler ne harika bundan sonra bu sayede daha çok şey öğreneceğiz yanlışlar yapacağız belki ama bunları yapa yapa olumlu olumsuz eleştrilerle kendimizi yetiştireceğiz
evet burası kocaman ve gittikçe büyüyen bir okul (en azından benim için öyle) ve şahsen ilk okuldayım henüz dileğim üniversiteye de gidebilmek
Sait hocam yüreğinize sağlık gözlemlerinizle ne güzel bir hikaye çıkarmışsınız Kutlarım
Sevgiler..
Yanlış bir şey yapmayayım diye hikayeye baktım.Şiir yerine hikaye haftanın şiiri seçilmişKonuya duyarlılık sağlamak için düşünülmüş sanırın.Sait Beyin makalelerini okuyordum ama hikaye yazdığını bir hafta önce öğrenebildim.Çok gecikmiş olduğumdan üzüldüm.Mehmet Mete Bey konusunda da yanılgılarım oldu.Bazi şeyleri zamanında anlamadığımız için geç kalıyoruz.Şiirlerin seçimi yapılır da hikayenin seçimi neden yapılmaz?Bu konuya da duyarlılık gösterilmesi kanımca yararlı olur.Yazara sevgilerimi iletiyorum.Varol sevgili dost.Sevgi ve saygılar.😙😙😙😙😙👍