Aklımın K/ayıpları III
Nuh'un gemisinden itilen sefil dayasaydı başını yaralı hayvanın göğsüne,
Acının üveyliği vazgeçecekti gökten,
Düşecekti toprağa,
Sığınacaktı tozun yamalı koynuna.
Kasığından kan çeken yılandan korkan kadın,
Baş ezmenin günah olmadığını bilseydi eğer
İlk ondan vazgeçen kanın sesinde ezecekti zehrin babasını,
Doğacak soluk benizli bebeğin piçlik damgasını.
(Korku kalbi neden lağımında kemirir?)
Menzilimden kovduğum gemiler çarpmasaydı
Sabrının kemiğine,
Yaşamı gusl edecekti, şahadetimin binine bir akçe.
Çardağında kâinatı sallayan dedemin gözünden ay düştü,
Doğan güneş ihanettir, hem sana, hem de bana.
-Beni görebiliyor musun?
-İçim çok karanlık, ışığın nerede?
En yakın dostunun parmak izini sırtında taşıyan ihtiyar ruh,
Konuşabilseydi metres tuttuğu yalnızlığın aynası ile
İhbar edilebilirdi gürültücü kalabalıkların cinnetten ibaret olduğu.
Ve;
Vatanının ciğerinden kopartılıp soğuk ülkelerin mermerlerine mahkûm edilen düşünce
Haklılığından vazgeçseydi şayet ilk kar yalamasında
Babam, kafatasımı matkapla oyup boşaltırdı...
Düşüncelerim sakallı karlara altında erimesin diye.
(Düşünmek, suça meyilli heyecanlarda düş örgütlemek midir?)
Sen bilmezsin fikir törpüm,
Aşka rüşvet versen, susmaz! Küçültürken gövdemi, arsızlığında büyürsün.
Sus payı yoktur, dillendirir sevincinin tırpanında kederimi
Protokol gereği boynunu yere vurmayı bilmez, ahlaksızdır çocuksu güzelliği.
Gözümde deniz olur, gezer kuyularımın gerdanında
Ha düştü derken rüzgâr şahlanır da kaldırır, kondurur yine yüreğimin paslı bıçağına.
-Ellerim neden kayıp?
-İçimi deşen, kimsin söyle?!
Ey açlığımın kara tasına toprak katanım,
Şüpheci kuşları başımın minaresinde uçuranım
Sor...
Çorak tarlaya yuva kazan köstebek hangi kâfirin hükümdarlığını sarsıp
Yardakçılarını pust yatağında basmış?
Hakikat kazanlarında ironi kaynatıp
Gün görmemişe kızılcık şerbeti diye içiren kalpazana
Ahmakların kıt aklı mı baş kaldırmış?
Bilmelisin!
Penisinin iktidarını on altısındaki kız çocuğuna hüzün peydahlatarak
Yücelten şarlatana, adaletimin tokmağı kısırdır.
(Sustukça becerilmeye açıktır, inancın göbek deliği.)
Konuştursaydı Azrail ölümün körpe dilinden beni
Çorak dudağımın tavanından söz düşmeden
Göğsüm yarılırda düşerdi, kalbime yuva yapmış düzenbaz soyu.
Kırardı belini, küf tutmaz yalana kara ormanların ardında ağız arayan soytarı tohumu.
O budalalar, cehaletin ırzı kopuk koyun sürüsü
Emzirilecek son bir kuzu
Şeytanın aklına tilki girecekken,
Tam burada;
Bağırır gibi (içimden) ölüyorum.
-Büyüttüğüm duaların iplerini uzatsam, bırakır mısın cennetini benim uğruma?
-Tabuttan inşa ettiğim daracık evimin avlusuna Tanrı'n sığar mı sorsana?!
Yaşam izin verseydi biraz daha ses duyurmama. En hakikat olan ölümün diliyle buyururdum gerçeği, kuzusunu emziren koyuna.
Menzilimden kovduğum gemiler çarpmasaydı Sabrının kemiğine, Yaşamı gusl edecekti, şahadetimin binine bir akçe. Çardağında kâinatı sallayan dedemin gözünden ay düştü, Doğan güneş ihanettir, hem sana, hem de bana. -Beni görebiliyor musun? -İçim çok karanlık, ışığın nerede?
Yaşamın kirli olduğunu hiç sanmıyorum sevgili şair... Gusledilecek biri varsa o da ölümdür...
Tabi ki böyle güzel bir şiirden iki tümce sataşmayla geçilemez... İmgesel zenginlik, iç müzik, özgün söylem... İyi bir şiir okuru (laf aramızda iyi bir şiir okuruyum) daha ne ister şaarden?
Sevgili Öztürk, diğer şiirlerine de bakacağım. Bir şiirinden senin iyi şair olduğun kanısına vardım. Ve ekliyorum. Diğer şiirlerinde aynı kaliteyi bulamazsam, vallahi silerim. 👍