Boğazından İliklenmiş İki Yakalı İstanbul
İstanbul'u kara kalemle yazsam
Susar mıyım mürekkeplere?
Ucundan yırtılmış sokakların içinden sızan
Tiner kokularından başlasam
Harfler sarhoş olup devrilir mi bir sonraki cümlelerime?
Vapurla devam etsem diğer paragrafıma
Kaç beden sığdırırım yalnızlığa üryan olmayan?
Kırılır kalemimin ucu yalnızlık deyince
Dizginlenmez İstanbul ücra yanın.
Karanlık gözlü çocuklar sinerken o köşelerine
Ellerine dikilen kirli bir geçmişle
Kirpiklerinin dibine yerleşir susuzluk masalları.
Ah İstanbul!
Bir yağmurunla çamura bulanır suratlar
Karanlık,koyu gece tonunda akarken yanaklarından
Konstantineyi özler bu çocuklar.
Yine de;
Kar düşerken marmarana
Üsküdarın en yaşlı bankına oturup
Kız Kule'ni izlemek ayrı bir tattır bu dünyada.
Gecelerin bile kalabalıktır senin,
Ay,fener olur bozacılara
Arnavut kaldırımlarına bozanın kokusu sinerken
Evlerde ışıklar kapalıdır
Eski İstanbu'u hatırlayan çıkarsa
Mesuttur diğer adın.
Ezan sesleri yakışır İstanbul'uma.
Alnı secdeye davet eden bu ezanlar
Sultan Ahmet'ten yükselince
Kuşlar bile rükuya eğilir,
Bu şehre peygamberin rüzgarı değmiştir.
Yine susacak mısralarım
Boğazından iliklenmiş iki yakalı istanbula susayacak belkide..
Nefesim istanbul koktuğunda yetiş ey Hızır!
Tekrar yazılsın bu hikaye.
İstanbul'u yazmak için kara kalem yeter mi sevgili Güneş doğanın tüm renklerini kullansan olmadı üstüne bir de sen doğsan boyanır mı dersin belki boyanır kimbilir 🙂
güzel dizelerdi tebrikler...
"Yine de; Kar düşerken marmarana Üsküdarın en yaşlı bankına oturup Kız Kule'ni izlemek ayrı bir tattır bu dünyada."
Bıkmadan hemde🙂
Ben çay içmeyi tercih ederim..
Sevgiler..