14 Şubat'ın Önemi
14 Şubat sevgililer günü.. Tanrıların insanlığa sunmuş olduğu bir bayram günü adeta.
Ezilenlerin tanrısı olan kapitalizmin, insan duygusunu parayla kıyaslayarak, mağaza vitrinlerini kırmızı renkli elbiseleri, kalp figürlerini bugünde tüketim toplumunun önüne sunmuş durumda.
Amerikan dizilerinde eşlerin birbirlerine jestler yaparak almış oldukları hediyeler, otuz yıldır asgari ücretle geçinen bir kadının içindeki nefret duygularını uyandırmaya yetiyor.
Bugün birçok insan yüreklerinde taşımış oldukları duyguları ucuz bir kurdan bozdurup, sevgililerine hediye aldı. Yemeğe de götürdü elbette. Öyle ki aldığınız hediyenin piyasa değeri ne kadar yüksekse, sevginizin değeri de ikiye katlaya biliyor.
Ne kadar yapay kırmızı kalp alırsanız alın, paha biçilmez yüzük alırsanız alın, sevginin temel değeri hiçbir zaman yükselmeyecektir. Onun piyasa değeri kapitalizmin kasasına gire bilecek ciro ile hesaplanmaktadır.
Medyatik, aynı zamanda tatmin olmadığımız aşkların döneminden geçtiğimiz için, insanlar sürekli olarak karşısındaki insandan daha fazlasını bekleme zorunluluğu hissetmiştir. Zamanla içimizde var olan kaybetme korkusu ve endişesi sevgililer günü gibi saçma günde bir rüşvetçi gibi karşımıza dikiliyor.
Yozlaşmış olan değerlerimiz bizleri özveride bulunmaktan, hoşgörülü olabilmekten, karşımızdaki insanları anlamaya çalışmaktan uzaklaştırdı. Duygulara isimler verip onları kategorilendirmeye ve ödüllendirmeye zorlandık. Duygularımızı sürekli ispat etmeye ve insan ilişkilerimizi sürekli kıyaslara tabi tutmaya mecbur kaldık. Sistemin ince ince işlediği bilinç yapımız, onunla fazlasıyla ilgilenen ve onu her şeyden daha önemli gören bir değerler sistemini hiç direnmeden kabullendi. Ve sonuçta her daim sahiplenen, kuşatan, ama bir o kadar güvensiz üç günlük ilişkilere bölünmüş bir dünyaya hapsolduk. Gündelik hayatımızda o kadar büyük bir yer kapladı ki bu ilişkiler, düşünce ve duygu dünyamızda çoğu kez bir üçüncü kişiye yer kalmadı. Yaşadığımız herşeyi sosyal izolasyon kaygılarıyla sürdürdüğümüz için şovlara döktük. İlişkileri afişe etmek pompalandı beynimize, süslemek, yapay, naylon film repliklerine dökmek. Aşk şiirlerini Brezilya dizilerinden ilham alarak yazmak. En büyük şairleri sadece bir-iki aşk mısrasıyla anmak. Ağaçlara, masalara, duvarlara yazmak.
Gerçeklerin dünyasından koptukça, masallara sürüklendikçe daha da traji-komik bir duruma düştük. Yozlaşmış masallar yaşamaya çalışmak zor. Uğruna dünyaları devirdiğimiz ilişkilerimizden üç gün sonra vazgeçtik. Sevgili sayımızla hayat tecrübemizi denk tuttuk.
İlişkilerimizde karşı tarafa hiç önem vermedik. Bize öğretilen, yalnız kendini düşünmek anlayışından hiç sapmadık. Bütün insanlara yer açmış bir dünya yaratmaya çalışmadık. Dürüst olmadık. Hayatı değil, filmleri paylaştık. Gerçekleri değil, uydurduklarımızı... Hissettiklerimizi değil, söylememiz gerekenleri söyledik... Derken 14 Şubat geldi. Ve bu çabalarımızı paraya dökmemiz söylenmişti. Bütçemize uygun en büyük jesti yaptık. Çünkü bize bu öğretilmişti!
Maalesef bugün yüz kişiden doksanının duygu dünyası yukarıda yansıtıldığı gibi. Toplumsallığın toplum dışına itilmesinin sonucu özel hayatın allanıp pullanılması ve sosyalleştirilmesi oluyor. İnsanların iç dünyası, duyguları ve zaafları ekonomik pazarın ilham kaynağını oluşturuyor. Üretimdeki çokluk, seçeneklerdeki takip edilemez artış, işlevselliğin önüne geçmiş olan estetik kaygılar bugün bunun ispatı. Her 14 Şubat'ta insanlara sevdikleri için tüketmeleri dayatılırken, aslında en zaaflı oldukları nokta seçiliyor. Uzun ve hummalı bir çalışma sonucu (14 Şubat öncesi gazete haberleri, televizyon programlarıyla) öncelikle beklentiler yaratılıyor. Daha sonra özel üretimler ve vitrin süsleriyle yaratılmaya çalışılmış olan kültür ve duygu kalıbı ile insanlara baskı yapılıyor. Ve en son noktaya kadar edilgen kalan bir dolu insan, tüketim noktasında baskılar karşısında dayanamayarak bu basit oyuna katılıyor. Ve paralar saçılmaya başlanıyor. 'En pahalı hediyeyi alan, en çok sevendir' öncülü haftalarca işlendikten sonra, zaten insanlara başka bir seçenek bırakmıyorlar. Yalnız kişilere ise büyük bir sendrom kalıyor 14 Şubat'tan geriye. Çünkü onlara satır aralarında anormal oldukları söyleniyor.
Tüm bu hediye alışverişi saçmalığına, sevgiyi ispat etme, ölçme, somutlama çabalarına, insanlar açlık sınırının altında yaşam mücadelesi verirken böylesine iki kişilik düşünmeye ve harcamaya mecbur bırakılmaya, değer yargılarının, duyguların metalaştırılmasına karşı çıkmak gerekiyor. Ortada olan bir gerçek var, bütün bunlar, hediyeler, söylenen sevgi sözcükleri, beraber geçirilsin diye bütün planların ertelendiği o gün tümüyle sahte. Gerçek yaşam hiç de bu kadar pembe değil. Gerçek yaşam kalp şeklinde yastıklara sahip olmakla güzelleşmiyor. Hayatı paylaşmak için önce hayata beraber sahip çıkmak gerekiyor. Aşk iki kişiyle yaşanan bir yalnızlık değil, koca dünyaya seslenmekle güzelleşecek insani yanımız. İnsanlara verilen değer elden ele değişerek kirlenmiş paralarla değil, acak insanlığa verilen değerle ölçülebilir. Yaşama gerçek yüzüyle bakabilmek gerekiyor. Gerçekleri görmenin sonucu biraz öfke, biraz mutsuzluk olsa bile, öylesine direngen bir umut veriyor ki insana, bu umudu taşımanın hediyesini sunuyor her gün sevdiği insanlara.
Vitrinlerde sevgilerin satılığa çıkarıldığı böyle bir günde buna alet olunmamalı. Bir insan gerçekten birini seviyorsa, gerçekten insanları seviyorsa, onlara parayla ölçülemeyecek bir hediye vermek isteyecektir: Parayla ölçülmeyen sevgilerin olduğu bir dünya!