23 Nisan’da Karanlık Tabloya Dönüp Bakmak
Bir milletin geleceği, en kıymetli hazinesi olan çocuklarına verdiği değerle şekillenir. 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, yalnızca Türkiye’nin bağımsızlığını ve demokrasisini taçlandırdığı bir gün değil, aynı zamanda çocuklarımıza olan sorumluluğumuzu hatırlatan, içimize ışık tutan köklü bir mihenk taşıdır. Ancak ne yazık ki bu özel gün, aslında unuttuğumuz ya da görmezden geldiğimiz karanlık bir gerçeği de yüzümüze çarpar: Hakları korunan, mutlu, eğitimli ve sağlıklı çocuklarla ne yazık ki yeterince dolu değil bu topraklar.
Bugün hâlâ büyük şehirlerimizin sokaklarında, trafik ışıklarının altında daha hayatın ne olduğunu anlamayan küçücük çocukları ellerindeki mendillerle dilenirken görüyoruz. Çocuk oyun oynasın, öğrenip eğlensin derken; onlar, paranın soğuk yüzüyle tanışarak hayata bir sıfır mağlup başlıyor. Hırsızlık, zorla çalıştırma, istismar gibi suçların kurbanı olan bu çocuklar, aslında yalnızca kaybolmuş bireyler değil; sistemin ihmal ettiği bir insanlık dramı. O çocuğu köşede hırsızlığa iten ya da bir işportada ter dökmeye mecbur bırakan, sadece ailesinin imkânsızlığı değil, toplumsal vicdanın sessizliği değil midir?
Sigara içen, gözlerinde umut kalmamış, "daha yaşını sormaya cesaret edemeyeceğiniz" bir çocuğu gördüğünüzde aklınızda hiç şu soru beliriyor mu: *Bu çocuk buraya nasıl geldi?* Çocuklar sokakta “kendi başına” kalmazlar; oraya itilmiş ya da orada bırakılmıştır. Suç, yalnızca çocuğu o hâle düşüren ekonomik ya da sosyal koşullarda değil; bu çığlığı duymayan, umursamayan hepimizdedir. O çocuklar, bizim "geleceğimiz" dediğimiz saf ve parlak gençlerin karanlığa mahkûm edilmiş birer örneği değil midir?
Ailelerin eğitim eksikliği, ekonomik sıkıntılar, yetersiz sosyal hizmetler ve gözden kaçırılan çocuk hakları, bu tabloyu her geçen gün daha da büyütüyor. Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne taraf bir ülkede çocuğun eğitimi, yaşam kalitesi, güvenliği ve sağlığı devletin ve toplumsal yapının öncelikli sorumluluğuyken, gerçekten bu hakların ne kadarını sağlıyoruz? Kanunlar var, düzenlemeler var, güzel sözler söyleniyor. Ancak hayatın gerçekliğinde bu çocukların sesi caddelerde daha çok yankılanıyor.
Sorgulamamız gereken şey, yılda sadece bir gün çocukları hatırlamak değil; kalan 364 gün boyunca onların hayatlarını iyileştirmek için ne yaptığımızdır. Siyasi arenada “çocuklar geleceğimiz” diyerek mesajlar paylaşmak mı? Yoksa sokakta çalışan, okula gitmeyen veya şiddet gören bir çocuğun elini tutmak mı? Hangisi bizleri gerçekten insan yapar?
Eğitim reformları, sosyal yardımlar ve çocuk haklarını koruyan yasaların daha etkin uygulanması bir başlangıç olabilir. Ama en önemlisi, birey olarak o çocuklara karışmak, onları umursamak, onları topluma kazandırmak adına harekete geçmemiz gerekiyor. Herkesin dilinden düşürmediği “gelecek” ancak bugün attığımız adımlarla kurtarılabilir. O yüzden, 23 Nisan’ı sadece bayraklarla kutlamakla kalmayalım. Çocuk sokakta dilenmesin diye, yoksulluk içinde ezilmesin diye ne yapıyoruz, bir bakalım. Çocuk bayramında elimizi vicdanımıza koyup: “Kaç çocuğun hayatına dokunabildik?” sorusunu soralım.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün çocuklara armağan ettiği bu bayram, sadece bir neşe günü olmamalı. Aynı zamanda sorumluluğumuzu hatırlatma günü olmalı. Sadece kendi evladını değil, diğer çocukları da umursamak; bayramı sadece dev pankartlar ve konserlerle değil, çocukların yaşam hakkını savunarak anlamlandırmak gerek. Unutmayalım: Çocuklarına değer vermeyen, onların haklarını koruyamayan bir toplum hiçbir zaman gerçek anlamda özgür olamaz.
Bu 23 Nisan’da ışıkların altında bekleyen o çocuklara bir kez daha bakın. Onların gözlerinde yaşamak için bir umut bırakabiliyor muyuz? Eğer hayırsa, bu bayram sadece perdeleme yapılmış bir karanlık perde gibidir. Çocuklarımızı eğitelim, koruyalım ve sevelim… Çünkü onlar bizim geleceğimiz olduğu kadar, geçmişten en masum emanetimizdir. Unutmayın, her bir çocuk hayatın aynasında bir yansımadır. Eğer onlar karanlıkta kalırsa, aslında kaybolanın sadece onlar değil, hepimiz olduğunu göreceksiniz.
Küçükten büyüğe insanca dediğimiz yaşama hakkı ellerinden alınıyor düzenin bozukluğu sayesinde ,toplumun beslenmeden eğitime seçme hakkına geçim düzeyine kadar ,umut oldukça uzak görünüyor maalesef Serdar bey uykudan uyanmamızın vakti geldi de geçiyor anlamlı bir yazıydı teşekkür ederim
Empati dolu bir yazıydı. Geleneği yaşatarak bile sadece; bir adım öteye taşımak mümkün çocuk sevgimizi, ilgimizi, emeğimizi...Onları parlatamıyorsak bile körelmelerine de izin vermeyelim. Hepimiz biriz ve bütün çocuklar özeldir. Selamlar ve çokça tebrik ediyorum Serdar bey. Kaleminize sağlık.