50-60'lık Ömrü Hayat Sergüzeştimiz
Anlamak zor, anlatmak zahmetli. Anlatsan neye yarar, kim duyar. Fakat kısık da olsa sedamız, avazımızın çıktığı kadarıyla sesimizi duyurmak bir vazife... Olur ya bir hal ile haldaş, bir dertli ile dertleşmiş oluruz.
?Hayat, bir yanı gırgır bir yanı şamata
Kalan diğer yarısı ise geçer yata yata?
Bu yazımızda da yine hayata ve insana dair konuşacağız. Her hayat kendince bir anlam taşır. Ve herkes için de hayat odur. Fakat hayatların benzer özelliklerine bakınca ortak bir tanımlar tespit etmek mümkün. İnsan doğar, büyür ve ölür. Süresi ortalama 60 yıl. İlk 20 yıl daha çok çevrenin kontrolünde itaatkâr yaşam, 20-30 özgünlüğünü kazanma, 30-50 tecrübe kazanma ve denemeler, 50-60 bilgelik ve saygınlık kazanma dönemleri olarak tasnif edebiliriz.
Meseleye nesnel bakalım. Sizce insan ömrü çok mu uzun? Kendimize ve dünyamıza ne kadar sahibiz? Bir rüya gibi uzun sanırsınız saniyelerin içinde yüzersiniz, her şey gerçek sanırsınız uyandığınızda her şeyin elinizden alındığına şahit olursunuz. Hayat da böyle değil mi? Peki bunca hayali zaman içinde kavga ve savaşlarımızın her şeyi berbat etmesine izin vermemizin mantığı nedir? Olaya din, cennet-cehennem veçhinden de bakmayalım. Yaşadığımız dünya için dahi değer mi bunca kavga ve savaşa. Ne insan olarak ne de modern devletler olarak dünyamıza olumlu katkıda bulunmuyoruz. Bir insanın saadeti başka bir insanın mağduriyetinden beslenmemeli, bir devletin refahı başka bir devletin sefaletine endeksli olmamalıdır. Biz dünya insanları olarak paylaşmayı ve birlikte yaşamayı mutluluk istasyonları olarak görmedikçe gerçek mutluluk sahte gülücüklerin aradığı bir özlem olmaktan kurtulamayacaktır.
Bu hususları idrak eden aklın günümüzde mevcut kaos gündemlerimizin ne kadar anlamsız, faydasız ve dünya insanlarını bir birine düşmanlaştırma amaçlı olduğunu fark etmemesi mümkün değil? Demek ki bu dünya dümeni fitne ve fesatçıların tahakkümünde. İnsan olarak da devlet olarak da durum bu. Acaba insanı mutlu eden şey kavga ve savaş mı? Üç günlük ömrümüzde eğleniyor muyuz yoksa? Aksi halde insanın 50-60 yılda bu vahşiliğe nasıl bürünebildiğini açıklamak zor.
İnsanoğlu yaşam süresince hayatı, kendini, iç ve dış dünyasını, geçmişini tanıma gayretleri ile varlığını hissetmeye çalışır. Fakat bu arada hesaplarını yanlış yapmış olmalı ki, hayatını olduğundan uzunmuş gibi, tüm varlık dünyası sadece kendisininmiş gibi, geçmişini varlığının övünç kaynağıymış gibi algılamaktan kurtulamaz. Geçmişinden ders almaktan çok geçmişine ders verir hali gurur doludur ayrıca. Hayatı algılama hali o kadar gerçekçidir ki kısa hayatlara şahit olsa da yanılgısından uyanamaz, varlık dünyasındaki emanetçilerin her şeyi terk etmek zorunda olduklarını tekrar tekrar görse de kendisinin de bir emanetçi olduğunu idrak edemez, hırsından vazgeçmez. 50-60 yıllık hayat sergüzeştinin bu kadar çok bencil yaşam telaşına değer olduğunu kabullenmek aslında ne kadar zor değil mi?
İnsan, 50-60 yıllık hayat sergüzeştinde cürümü kadar kıyametini koparıp yankısıyla beraber kaybolup gidiyor. Kimi her şey benimdir dese de ölümünden hemen sonra esamisi okunmaz . Bugün kıyametler kopardığımız topraklar, varlıklar için geçmişimizde ismini bilmediğimiz nice hayatlar nice kavgalar olmuştur. Aynı varlıklar kim bilir başka nice gelecek nesillerin kavgasına şahit olacaktır.
Meseleyi yerden yere vurup, onca şikâyeti ardı sıra dizmemizi yadırgamış olabilirsiniz. Ancak niyetimiz kimseyi kırmak, üzmek değildir. İnsan olarak hayatlarımızın, devlet olarak insanlarımızın menfaatine dünyamızı güzelleştirme ihtiyacımızı vurgulayabildiysek ne âlâ. Bana kalırsa 50-60 yıllık ömrümüzü destansı öyküleri imrendirecek boyutlarda değerlendirmek daha akıllıca. Elinden çıkıp gideceğini bildiğin halde bencil yaşamın içinde kendimizi yalnızlığa hapsetmemeliyiz. Bütün toplumsal sistem ve anlayışlarımızı hayatı güzelleştirme ekseni etrafında toplayabilsek ne güzel olurdu. İnsana, yaşama ve dünyamıza zarar veren her şey yadırgayabilsek, katkı sağlayan her şey de takdir ile taltif edilsek ne güzel olurdu? Şu üç günlük dünyamızda hoş sadalar bırakabilen insanlar ve devletlerle dolup taşsa her yanımız her vaktimiz, ne güzel olurdu değil mi?