8 Mart Dünya Kadınlar Günü: Tarihsel Gerçeklik ve Modern Paradoks

Her yıl 8 Mart’ta dünyanın dört bir yanında kadınlar çiçeklerle, etkinliklerle ve kutlamalarla anılıyor. Ancak bu günün kökenine baktığımızda, neşeli bir kutlamadan çok bir mücadele ve direniş öyküsüyle karşılaşıyoruz. Peki, Dünya Kadınlar Günü gerçekten nedir? Tarihsel gelişimi bize ne anlatıyor ve günümüzde bu gün, kapitalist sistemin gölgesinde anlamını yitiriyor mu? Bu bir paradoks değil mi?
Triangle Gömlek Fabrikası Yangını
New York'ta bulunan Triangle Shirtwaist Company, dönemin en büyük gömlek fabrikalarından biriydi.Çalışanların çoğunluğu göçmen kadınlardı (çoğunlukla İtalyan ve Yahudi kökenli) ve çok kötü koşullarda çalışıyorlardı.Günde 14-16 saat çalışıyor, düşük maaş alıyor, hijyenik olmayan ve tehlikeli bir ortamda üretim yapıyorlardı.
25 Mart 1911'de, fabrikanın 8. katında bir kıvılcım sonucu yangın çıktı.İçeride çok fazla pamuk, kumaş ve kağıt olduğundan dolayı alevler hızla yayıldı.İşverenler, işçilerin çalışma saatlerinde fabrikadan çıkmasını önlemek için kapıları kilitli tutuyordu.Çoğu işçi kaçacak yol bulamadı ve içeride mahsur kaldı.
Yangın, binanın üst katlarına hızla yayıldı ve içeridekiler panik içinde kaçmaya çalıştı.Kaçış yolları kapalı olduğundan dolayı birçok kadın pencerelerden atlamak zorunda kaldı.O dönemde itfaiye merdivenleri ancak 6. kata kadar ulaşabiliyordu, bu yüzden birçok işçi kurtarılamadı.
Toplamda 146 işçi (çoğunluğu kadın) yanarak veya pencerelerden atlayarak hayatını kaybetti.
Bu olay, işçi hakları ve kadın hareketleri için bir dönüm noktası oldu.ABD’de iş güvenliği yasalarının oluşturulmasını hızlandırdı.Fabrikalarda acil çıkış kapıları, yangın merdivenleri ve işçi güvenliği önlemleri zorunlu hale getirildi.
Olay, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nün sembollerinden biri haline geldi ve kadın işçilerin mücadelesi daha da büyüdü
Bu olay, kapitalizmin insan hayatına verdiği değeri ve işçilerin sömürülmesini gözler önüne seren trajik bir örnek olarak tarihe geçti. Günümüzde bile, işçi hakları ve kadın emeği sömürüsü devam ettiği için Triangle Fabrikası Yangını, hala önemli bir sembol olarak anılmaktadır.
Emek, Direniş ve Kan
8 Mart’ın hikâyesi, 19. yüzyılın sanayi devrimiyle başlıyor. Kadınlar, fabrikalarda uzun saatler boyunca, düşük ücretlerle ve insanlık dışı koşullarda çalışıyordu. Bu sömürü düzenine karşı ilk büyük başkaldırılardan biri, 8 Mart 1857’de ABD’nin New York kentinde tekstil işçisi kadınların greviyle gerçekleşti. Eşit ücret ve daha iyi çalışma koşulları talep eden kadınlar, polis tarafından vahşice bastırıldı; hatta bazı kaynaklara göre, fabrikada kilitli kalan kadınlar çıkan yangında hayatını kaybetti. Bu olay, kadın emeğinin görünürlüğü ve hak mücadelesinin sembolü haline geldi.
Yıllar sonra, 1910’da Kopenhag’da toplanan Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı’nda Clara Zetkin’in önerisiyle, kadınların hak mücadelesini anmak için bir gün belirlenmesi kararlaştırıldı. 8 Mart, 1917’de Rusya’da Çarlık rejimine karşı kadın tekstil işçilerinin başlattığı grev ve bu grevin Ekim Devrimi’ne giden yolu açmasıyla daha da anlam kazandı. 1977’de ise Birleşmiş Milletler, 8 Mart’ı resmi olarak “Dünya Kadınlar Günü” ilan etti. Yani bu gün, özünde bir kutlama değil, bir isyan ve dayanışma günüydü.
Çiçekler, İndirimler ve Kapitalist Maske
Bugün ise 8 Mart, çoğu yerde tarihsel bağlamından koparılmış bir hale geldi. Alışveriş merkezlerinde “Kadınlar Günü indirimleri”, şirketlerin “kadın dostu” kampanyaları ve sosyal medyada klişe kutlama mesajları… Kadınların tarihsel mücadelesi, kapitalist sistemin tüketim çarklarına sıkışmış görünüyor. Peki, bu bir tesadüf mü? Yoksa bilinçli bir anlam boşaltma mı?
Kapitalizm, her şeyi metalaştırma becerisiyle bilinir. 8 Mart da bu süreçten nasibini alıyor. Kadın emeğinin sömürüsü, bugün hâlâ devam ederken—düşük ücretli işlerde çalışan milyonlarca kadın, ev içi ücretsiz emek, cinsiyet eşitsizliği—bu gün, ironik bir şekilde “hediye alınacak bir gün” haline getiriliyor. Büyük markalar, kadın haklarını savunduğunu iddia eden reklamlarla kârlarını artırırken, kadınların gerçek sorunları—şiddet, ayrımcılık, eşitsizlik—çoğu zaman gölgede kalıyor. Bu, açık bir paradoks: Kadınların özgürleşmesi için başlatılan bir gün, sermayenin himayesinde bir illüzyona dönüşüyor.
8 Mart’ı kutlamak yanlış mı? Elbette hayır. Ancak kutlamalar, tarihsel gerçekliği ve günümüzün çelişkilerini göz ardı ettiğinde anlamsızlaşıyor. Kadınlar Günü, çiçek dağıtılan bir tatil değil, kadınların sesini yükselttiği bir mücadele platformu olmalı. Modern dünyada bu günü yeniden anlamlandırmak, kapitalist tüketim tuzağına düşmeden, kadınların hâlâ süregelen hak arayışını merkeze almakla mümkün.
Belki de 8 Mart, sadece bir kutlama değil, bir sorgulama günü olmalı. Kadınların emeği hâlâ sömürülüyorken, şiddet her yerde kol gezerken, eşitlik bir ütopya gibi uzakken, bu günü pembe balonlarla geçiştirmek yerine, neyi değiştirmemiz gerektiğini konuşmalıyız. Clara Zetkin’in hayal ettiği gibi, 8 Mart bir direniş çağrısı olarak kalmalı ne şirketlerin kâr aracı ne de geçiştirilecek bir ritüel olarak.
8 Mart Dünya Kadınlar Günü, özünde emek, direniş ve dayanışmanın günüdür. Tarihsel gelişimi, bize kadınların haklarını kanla ve mücadeleyle kazandığını hatırlatır. Ancak modern dünyada bu gün, kapitalist sermayenin gölgesinde anlamını yitirme tehlikesiyle karşı karşıya. Bu paradoksu aşmak, hepimizin elinde: 8 Mart’ı bir tüketim günü olmaktan çıkarıp, gerçek bir farkındalık ve değişim gününe dönüştürmek. Çünkü kadınların özgürlüğü, çiçeklerle değil, adaletle kutlanır.
Emeğine sağlık, güzel bir çalışma olmuş!
Anılarında saygı ile ,
Kutlarım
Sevgiyle kalın.