Acımasız Takvim
Acımasız diyerek baştan suçlamış oldum öyle mi... Neden suçlamayacakmışım ki, sanki çok masum da durduk yere kalbini kırıyormuşum gibi bakmayın lütfen. Açıkçası nazarımda iyi bir dayağı hak ediyor. Dur durak bilmeden, bir acelesi varmış gibi nereye gidiyorsa, anlamış değilim... takvim sen var ya, öyle masum ayaklarına yatma. En azından beni kandıramazsın.
Her gün senden bir yaprağı caaart diye koparmaktan gına geldi bilmiş olasın.. elbette bir an için senin de canın acıyordur. Buna eminim. Bak ben senin gibi değilim, en azından empati kurmaya çalışıyorum. Peki ya sen, kaç kez yanıma gelip de bir kez olsun, gardaşım bu gün de geçmeyeceğim... yani benden bir yaprak daha koparmana lüzum yok dedin.. gerçi gardaş demeni beklemiyorum, suratıma tokat atar gibi yapıştırman da yeterli, sert cümlelerini. Ama nerdeee. Sen git uyu, beni dinleyerek kaybedeceğin kıymetli zamanlarından olma.
Oh ne iyi, sen keyfine bak bizler ise, geçe geçe Everest dağı gibi biriken takvim kağıtlarının onarılmaz dertleriyle can verelim. Bunun adil olduğunu mu düşünüyorsunuz.. yapmayın be.. birazcık da şöyle derin düşünün ya, olmaz mı... mazi olmak hanginizin hayallerini süslüyor... bugününüzün yarınların örtüsünde kalıp tozlanmasını hanginiz candan arzuluyor. Gerçekten soruyorum, dalga geçmek niyetinde değilim. İçinizdeki, korlaşan acı lavlarını söndürmek istiyorum. Haa ne dersiniz, bana bir kez olsun güvenip de doyasıya konuşmak istemez misiniz. Bakın dinlemeye başladım bile.. aslında sizlerden bir siz olarak ben bunu anlatsam belki dinlersiniz o zaman. Şahsen geçmişin küllenen hatıralarından bıkkınlık geldi. Her hatırıma geldikçe, bedenimden bir parça koparılmış gibi sızlayan bir yanımın ağrısıyla kendimden geçiyorum.
Bir de aklıma çok daha eski zamanlarda kalan çocukluğum, köydeki toprak evde geçen anlarım gelince içime bir hüzün oturuveriyor. Biliyor musunuz, o günlerimi çok özlüyorum. Poşetteki portakal yapraklarının kokusu gözümün önüne geliyor. Küçük mezramda 30 tane şeker toplamak için bayramlarda verdiğim mücadele aklıma geldikçe bir an gülebilsem de sonra yıkıntı duvarlar gibi soğuk rüzgarın uyandırmasıyla gözlerim yorulmaya ve uyuklamaya başlıyor. İşte takvimlere olan kırgınlığım bundan. İçinde yaşarken bizlere bu günün tadını yaşatmıyor, sürekli bir yarış içerisine sokuyor, birkaç yıllık zaman geçtikten sonra ise, içimize bir acı demeti oturtuyor.
Sizleri bilmiyorum lakin ben dayanamıyorum. Şu an yazdığım ya da yazdığınız yazıların 10 yıl geçmişte kalmasını bir düşünür müsünüz, o yazıyı kaç kez derinlere dala dalarak okuyacağımızı bilebiliyoruz değil mi... oysa şu an içimizde bir derin duygu oluşmuyor. Bunun nedenini de o gıyabında konuştuğum takvimlerde görüyorum. Her dem maziye doğru yola çıkmamıza, göz pınarlarımızın mesai yapmasına ihtiyaç duyuyormuş gibi bizlerle sürekli dalga geçiyor.
Artık bir sonu olmalı diye kendimce düşünüyorum. Öfkeleniyorum da . Zira hep özleyeceğim günleri geride görüyorum. Hatalarımızı da başarılarımızı da geçmiş köyüne taşıyan bu garip rakamlardan oluşan takvimleri affedemiyorum kardeşlerim. Yufka yürekli olmamaktan değil bu, bundan neredeyse eminim... pişmanlıkların tekrar ele geçmemesine karşın, sürekli göz kapaklarına misafir olmalarından kaynaklanıyor zannederim... hele ki zamanın saltanatı hayatlarımıza bir de, karşılıksız sevda diye, kahreden bir duyguyu sokmuşsa, vay halimize... işte yandık demektir.
Unutulmuyor, unutmaya çalıştıkça daha da derinden akla kazınıyor isterseniz deneyin... neyse daha fazla canınızı sıkmak istemiyorum; buna zaten hakkım da yok... hayatta daima mutlu olmanızı diliyorum...gülmek tek cezanız olsun... 23:50 16/05/2012