Adını sen koy
Bu sabah, bulanık düşlerden sıyrılmış olmanın rahatlığını hissetti, her gün uyandığı yataktan çıkarken. Hiç böylesi duygular yaşamamıştı daha önce. Uzaklaştı, gidebileceği son noktaya, farklı bir dünyaya adım atıyordu.
Nefes almanın ne kadar güç olduğunu, kalp krizi geçirenlere sormak gerek. Ancak onlar anlatır, aslında kolaylıkla yaptığımızı düşündüğümüz o işin, ne kadar zor ve zahmetli olduğunu. Hayat güzel fakat onun içinde bir sandal olabilmek zor, bunu sandalı veya sandalları battığında anlıyor insan...
Anlamak deyince, gerçekten anlamak nasıl bir şeydir?
Anladığınızı ve anlaşıldığınızı düşündüğünüz zamanlar olmuştur olmasına da anlaşılmazlığın ortasında, anlaşılır bir şekilde kalmak kadar, garip bir durum olamaz...
Geçiş yaptığı dünyanın zifiri karanlıklarında, ürpermiş yüreğiyle adımlarken, esrarengiz tılsımlardır aklında yaşattığı mutluluk ve huzur, aslında sadece aklımızda yaşattıklarımız değil midir, gerçek yanımız?
En sevdiklerini doldurup sırt çantana, çıkabiliyorsan en uzun ve zorlu maceralara işte o zaman, sen kendini yeni keşfeden bir bilge cehaletliğine adım atmış olursun.
Yanarsın cehennem ateşi sıcaklığında, kavrulursun da kimse duymaz feryatlarını, sadece bir duyan vardır ama sen onu görmezsin. Ne yana baksan oradadır, ne tarafa gitsen karşındadır. Figüranların ortasında yaşarken neler hissedersin, figüran olmanın ezikliğini, beyaz perde arkasında saklanan oyuncudur en iyi yaşayan.
Oyuncu olmak mıdır, doğru olan, gerçekçilik midir? Oyunu kuralına göre oynamak mıdır, zor olan? Zorlukları oyuna uydurmak mı?