Alamanya
Anadolu'nun toz toprak, sararmış, verimsiz, kurak topraklarında,
tezek dumanları arasında yaşam mücadelesi verenler, varsıların hayatlarına imrenerek ölüp gidiyordu nesiller. Ellerde oraklar arpa biçerken, omuzlarda deste deste, bir avuç buğday çıkacak ekinleri diziyorlardı harman yerine.. Düveni hazırlamış öküze kış boyu bakmıştı kendinden, kadınından, çocuğundan önce. Alamanya'ya yazıldı, birkaç yıl beklediler. Sırası gelen gitti. Gidenler analarını, babalarını, kadınlarını, oğullarını, kızçelerin , el kadar bebelerini bıraktılar geride. Bir yıl, iki yıl, üç yıl sadece aylarca süren mektuplarla selamlaştılar. Kiminin bebeleri ölüyordu ardı ardına, kiminin anası , babası, gardaşı, karısı; yokluktan, hastalıktan, yol uzun, doktor zor, güç bela yaşam, geç haberleri oluyordu yok olan nefeslerden.
Kimi saza cümbüşe düşmüş, Alaman topraklarında unutmuştu çoluğu, çocuğu, horantayı. Öyle bir sarhoş etmişti ki Alaman birası, ayılır gibi olsa
-'Ulan hep rezil hep rezil bir daha gelmeyeceğiz ki dünyaya hep varsıllar yaşayacak değil ya, bir de biz yaşayalım ağa gibi bey gibi.'' Deyip yudumluyordu birasından.
Kimi dört elle sarılıyordu hayata, işe, gurbete.
-Ulan bu yaşa kadar rezil yaşadık bari Ahmedim, Memedim, Alim, Ümmüm, Selmam, bebelerim rahat etsin, kurtulsun toz toprak, kurak topraktan diyor.
İniyordu yerin yedi kat dibinde madenlere, can siper etmiş canıyla, kanıyla, onuruyla, gün yüzü görmeden, giriyordu fabrika kapısından bebelerin umuduna.
Bir derenin akışı kadar hızlıydı zaman, Alaman onlara onlar Alamana alıştı. Emekli olanlar döndükçe Anadolu'ya, Alaman evlerine benzer evler yaptılar.