Alkışlarla Edebiyat

Edebiyattaki alkışlar, kimin ellerinin sesi?
Edebiyat dünyamız ivedilikle toplanmalı ve ?dünya edebiyatının bugünkü anlayışı karşısında yazarın tutumu ne olmalıdır?' sorusana cevap aramalıdır.
Edebiyatın kim için ve ne için yapılması gerektiği, hangi kriterleri ile alkışlanması gerektiği tartışılmalıdır. Bu alkışlar ve ödüller, edebiyatı kendi tekellerinde toplamak isteyenlerin gürültüleri midir?
İster bilinçli olsun ister bilinçsiz, herkes toplumun sorumluluğunu taşır. Yazar da toplumun bireyi olduğu için sorumluluğu doğaldır ve bu sorumluluklar arasında en derin nefes alması gereken kuşkusuz odur. Mademki bir toplumda yaşamaktadır; madem o toplumun nefesini teneffüs etmektedir, yazarın toplum sorunlarını ele alması beklenir.- Hem bu sorunlar tarihi de olsa, bu böyledir.- İyi bir yazarın yapması gerekenlerden biridir bu. Ancak salt toplumsal olayları ele aldığı için değil, onları nasıl işlediği ile değerlendirilmelidir. Hiç kuşkusuz mensup olduğu memleketin dili, onu kullanış şekli ve sözcükler üzerindeki o esinsel oyunları ile yazar, bir tarihçeden de kurgu uzmanından da farklı olmalıdır. Ne var ki son dönemlerimizin el üstünde tutulan yazarları, yazarlılığın asli vazifelerini üstlenmelerinden ziyade, başkalarınca kurgulanmış olayları, iyi bir zemine oturtmalarından ötürü alkış toplamaktadırlar. Bu sav, isimleri uslarda canlanan yazarlarımıza bir atıftan ziyade, onları bu düzleme sürükleyenlerin amaçlarını ortaya çıkarma elzeminden, edebiyata biçilen janjanlı alkışların-ödüllerin-nereden ve neye hizmetle koptuğu düşüncesinden ileri geliyor.
Eskiden Avrupa'nın takdirine mazhar az sayıda yazarımız varken, bugün sayıları her geçen gün artan bir yazarlar zümremiz mevcut. Bu yadırganması gereken bir durum değil ancak takdirlerin, taklitlerle çoğalması şaşılacak bir durumdur. İçinde bulunduğu toplumun hassasiyetine ehemmiyet vermek, iyi bir yazarın görevi olmalıdır. Aksi durumda dışardan aldığınız alkışlar, içerden duyduğunuz yazıklanmaların sesinde belki de sessizliğinde boğulur. Bugün dünyanın büyük bir titizlikle takip ettiği yazarlarımız, kendilerinin iyi bir edebiyatçı olarak mı, yoksa iyi bir savunucu olarak mı tartıldıklarını düşünmeleri gerekmektedir.
Ne hikmetse bir anda adı Avrupa'yı aşan her yazarımız, bir diğeri gibi aynı konuların izinden geçmekte. O halde bu düşündürücüdür. Edebiyatın icrasından ziyade konunun tespiti övülmekte ise, yazarlarımızın elinde pek bir şey kalmıyor demektir. Çünkü konular, yüzyıllardır başkaları tarafından kurgulanmıştır. Söz konusu yazarlar, bu yöntemleri ile bilinçli ya da bilinçsiz kendilerinde var olan cevheri, başkalarının dar kutucuklarına hapsetmektedir. Evet, içlerinde Türkçeye leziz bir tat katanları da var. Ama ne yazık ki, konular hep aynı noktadan geçiyor. Edebiyat, Kendi alkışlarını iyi bir yazar olmanın ölçütü olarak gören bir zümre sistemine ?Nobelcilere- yazılıyor. Satre'nin Nobel ödülünü kabul etmeyip, ?Ben, sisteme yazmıyorum' deyişi, bu gerçekten ileri geliyordu.
Yinelemeliyim ki edebiyattaki bu tek düzelik, bilinçli veya bilinçsizdir. Bir kaçını bu iyi duygularla soyutlamak, meselenin önemini azaltmıyor maalesef. Arkalarından gelen birçok iz sürücüye, istemeden de olsa bayraktarlık yapmışlardır. Bugün sayısı kendiyle çarpılamayacak kadar çok olan bu tür edebiyat yolcularımız, hiç şüphesiz, öncülerinin ektiği tohumların yeşertisidir.
Bu gerçeklikte; bütün edebiyatçılarımızın bugünkü edebiyat anlayışını, bir an evvel tartışmaları gerekmektedir.
Bize kızanlar da olacaktır ve zaten mesele onları kızdırarak gerçekleri bulup çıkartmak ve neden kızdıklarından hareketle tezler pekiştirmektir.

12 Temmuz 2009 3-4 dakika 1 denemesi var.
Yorumlar