Anlamak Gerek XI
Rızk tarzı söylemler, ortak üreten ve ortak paydayı veren kolektif tutumları unutturdu. Kolektif kavramların işleyişine iyice ket vurmuştu. Rızk kavram kişiler bilincindeki kolektif paylaşımlarla yer değişmişti. Rızk söylemi kolektif üretimle ve kolektif paydayla eşleşmişti.
Kolektif üretme söylemini ve kolektif paylaşma söylemini ortada çektiğinizde; rızk söylemi doğrudan kolektif etkiyle eşleşmişti. Kolektif etki de rızk veren El kavramına atfedilmişti. Çok geçmeden de kolektif oluşu hatırlayan bile olmayacaktı.
Rızk kavramı kolektif eylemli bir kavram değildi. Yani rızk kavramı üssü durumla olan açılımlar veremezdi. Eh böylesi bir unutma karşısında El, rızk söylemiyle yer değişen kolektif etkinin üssü olan her bir açılımları, her bir hikâye ile ahitlerine yedire yedire, sindirte sindirte anlatıyordu. Artık sürece kolektif bilişim değil El söylemli gölgeler dünyası hâkimdi.
Nasıl eylem eşeğindi ama eşek eyleme çü sözü ile geçiyor çüş sözü ile duruyordu ise işte eylem de kolektifindi. Ama kolektifin olan eyleme geçiş rızk gibi gölge söylemlerle harekete geçiyordu. Eylemler, üretim vs. kolektife göre karşılıklı bağıntıyla ortaya konuyordu. Ama kolektif eylem; yeryüzüne dağılma ve rızk arama eylemiyle ortaya konuyordu.
Bunlar rijit kavramlardı. Yani hiç bir etki altında anlam, biçim değişmeyen; anlam biçimini koruyan kavramlardı. Rızk anlatımına göre kişiler üretmeyi biliyorlardı! Üretmeyi bilen kişiler gelin beraber üretelim yardımlaşalım, iş bölüşümü yapalım demişlerdi!
Hâlbuki bu anlayış gerçekliğe, olup bitene, tarihsel olana kökten aykırıydı. Tekil kişilerin üretme hareketi başlatması olanaksızdı. Üretim hareketi tekil kişi hareketi olsaydı, üretim on bin sene önce değil de en az altı milyon yıl önce başlardı.
Haydi, doğa olanaksızı tanımıyor diyelim. Ve doğa istisna kabilinde kişi üzerinde üretim hareketini başlattı diyelim. Kişinin bu eylemi sürdürme şansları ve bu üretimi ortaklaşmaları olanaksızdı.
Üretim hareketinin, kolektif harekete ve kolektif bir boş zamana ihtiyacı vardı. Üretim hareketinin depo enerjiye ihtiyacı vardı. Üstel belirmeli kolektif birim zamanlı olmaya ihtiyacı vardı. Üzerinde kolektif birim zamanlı organize oluş ilişkisini taşımayan hiçbir üretim hareketi yoktu. Başlayamamıştı. Başlayamazdı da.
Kritik değerler kesişmeli avcı toplayıcı eylemler birliği kolektif bağ hareketini ortaya koymuştu. Kolektif hareket birim zamanı birçok parçalı süreç haline getirmekle avcı ve toplayıcı süreçle gecen genel zamanda bir miktar kısalma yapmakla artık zaman ortaya çıkarmıştı. Birazda fazla av eti ve yiyecek toplamayı depolamayı ortaya çıkarmıştı. İşte üretim sürecine gidecek olan yol böylece bilmeden kolektif süreçlerle ortaya konmuştu.
Tekil kişinin artık zamanı, kolektif birim zamanı, yardımlaşan iş bölüşümü yapan zamanı ortaya koymadan üretim hareketi başlatması pek olası değildi. Üretim hareketi her durumda, her aşama da kolektif bir hareketti. Tekil kişi hareketi olamazdı.
Tekil kişinin dıştan savunmasını, yavru bakımı gibi kaygı sal streslerden uzak kalması lazım. Bunu sağlasa bile kolektif birim zaman ortaya koyması gerekecekti. Depo enerji ortaya koyması gerekti. Bunların hiç biri sürekliliği verir tekil kişi eylemi değildi.
Kişi kolektif bağıntılı örgütlenme eşliğinde alınacak önlemler altında kişi sadece kendi payı olan işine veya üretimine odaklanmalıydı. Kolektif bir süreçle artık zaman ortaya koymadan üretim hareketini hareketi başlatsa dahi tekil kişi üzerinde çevrimi ve birçok nedenden ötürü sürekliliği olamazdı.
Kolektif kavramların, kolektif bakışımların yerini alan El söylemleri kolektif süreçlerde tekil imaja göre yansıyacaktı. Nasıl kolektif üretim varsa; kolektif üretimi ortaya koyan varsa; rızk ta vardı. Rızkı veren de vardı. Rızk veren de; hem rızkın, hem mülkün sahibi olandı.
Bakınız bu söylemlerde kolektifin “k’ si” bile kalmamıştı. Söylemlerin hiç biri kolektif eylemli üssü açılmalar içermiyordu. Kendi kendisine başlayıp, biten kolektif eylem şimdi; mülk sahibinin sözü ile başlayıp mülk sahibinin sözü ile bitiyordu.
Olan olmuştu. Kolektif anlamdaki gerçek etki El söylemli sanal ve enfekte etki ile büyülenmeye dönüşmüştü. Kişilerin gerçekle bağı kopartılmıştı. Kişilerin gerçeklik algısı yitmişti.
Burada şunu da vurgulayayım. Kolektif kapasite özelleştirilmiş, kişi sahipliği yapılmıştı. Kişiye veya kişi sahipliğine mistikliği veren hava, kolektif kapasitenin mülk sahibine geçmiş olmasıydı. El mana anlayışı günümüzde dahi bir tek kişi üzerinde akan egemence düşünce değildi.
El mana anlayışı da birçok yerde birçok kişiyle başladı. Bunlardan biri İbrahim ise Diğeri Nemruttu. El rızkı ve mülkü İbrahim’e, Nemrut’a vermişti. Ama İbrahim’in Nemrut’un ömrü sınırlıydı Bunların ölümü ile kesilen rızk, başkalarına verilmeliydi. Mülk İbrahim’in ve Nemrut’un zürriyetine kalıyordu!
El; “ben rızkı dilediğime veririm” diyordu. “Dilediğime ve onun zürriyetine veririm” demiyordu Neden ilk ahidin yapıldığı sırada, şimdiki gibi miras bırakan evlilikler biyolojik baba ana ve zürriyet tanımı yoktu. El bu aşamada ana baba tanımını kestirememişti.
Bu nedenle El tekil kişiye göre konuşuyor ve “dilediğime dilediğim kadar veririm” diyordu. Böyle olunca da; İbrahim’in çocukları da herkes gibi yeniden sil baştan rızk verilme sınavına tabi tutulmalıydı. Ama süreç öyle olmaz.
Kısacası başlarda rızk verme işi kişi ömrü ile sınırlı, kesikli ve sürekliyse; El İn rızk dağıtması da İbrahim’in ömrü ile bitmeliydi. İbrahim’in çocukları baba rızkı değil kendi rızklarını yemeleri gerekirdi. Eğer çocuk miras yoluyla babanın rızkını yiyorsa, babanın rızkı çocuğun da rızkı oluyorsa; El ‘in “ben dilediğime dilediğim kadar rızk veririm” demesi içindeki tekillik ne anlama geliyordu?
Hiçbir anlama gelmiyordu. Algı ortaya koyan geçiş dönemi içindeki ilk monarşin süreçler ortaya konurken çekirdek aile ve çocuk kavramı olmadığı için aile mirası da ön görülememekle, El böyle tekil kişilere göre konuşmuştu. İlk kuramsal tasıma göre kölelik te miras kalmıyordu.
Monarşin süreç içinde monarşin beyler fiili olarak mal sahibi olunca; kolektif miras gibi kişisi mirası düşünecekti. İttifakı olan ilk kolektif yapılarda şöyle bir uygulama vardı.
Ön ittifaklardan gelen kutsal tapınak buluşmasına atfen tapınağa verilen çocuklar vardı. Neden? Totem bir grubun, başka gruba dokunması yasağını ortaya koyan totemi tabudan ötürüydü. Oysa ön ittifaklar dokunma gerektiren bileşmeler olmakla bu tabu yasağı aşılmalıydı.
Detayını anlatmayacağım bu süreç tapınak ritüeliyle aşıldı. İkinci durumda tapınakta doğan çocuklar her bir gruba sıra ile dağılıyordu. Üçüncü tip bir kategorize durum da tapınak buluşmasına gitmeyen kadınlar kendi totem gruplarında çocuk doğuruyorlardı.
Miras bırakmak isteyen monarşin süreç (mülk sahibi); ana yerli, baba yerli sayılan çocukları; monarşin yapı içinde karşı gruba verilmeyip; doğurtana çocuk vermeyi Hamurabi yasalarındaki gibi kabul edip, kocaya döl vermeye başlamıştı. Kocaya döl veren kadından doğan çocuk mülk sahibi doğurtanın mirasçısı oluyordu. Konu uzun. Ama kısaca ve kabaca böyle.
Sara biyolojik olarak kısır değildi. Çocuk doğuruyordu. İbrahim’leydi. İbrahim’den çocuk doğursa bile Sara kocaya döl vermeyen; doğurduğunu tapınağa veren kadın sınıfı içindeydi. Yaşlanıp artık bu doğuramaz dendiğinde doğacak çocuk İbrahim’in velayetinde olacaktı.
Kısacası kolektif yapı içinde tapınağa döl veren (doğurduğu çocuğu veren) ve o günün ilk inşa koşulları gereği karşı gruplara döl vermenin kategorize ediciliği içindeki kadınlar artık karşı tarafa değil monarşi içinde beye, döl vermeye başladılar.
İlk ön ittifaklı yasa içindeki segedum kadınlar (kocaya döl vermeyen kadınlar), şimdi monarşi içinde doğurtana yani beye döl veren kadınlar haline gelince El de geçiş dönemindeki ilk (eski) ahidin yerine bu yeni duruma göre “yeni ahitle” şöyle konuşacaktı. “Gözünün gördüğü yeri sana ve zürriyetine verdim” diyecekti. İlk ahit içinde zürriyet kavramını bilmeyen El yeni ahitte zürriyetten bahsediyordu.
Kısaca işleyen, birikimi olan, kolektif yapılar içinde bir kişi bir yerde El mana anlayışını ortaya koyup; monarşin ayrışmayı da gerçekleştirmiş olabilecekti. Bir kolektif işleyişi özelleştiren El mana anlayışı tekil ya da tikel çabalarla başlasa da kolektif ruh ile birçok kişi tarafından olgunlaştırılmakla monarşin oligarşin süreçleri içinde günümüze kadar var olmuş olacaktılar.