Anlamak Gerek XIV

Yeni kuşaklarda tam bir geçmiş algısı yoktu. Her şeyi dünden bu günü bugünkü gibi sanıyorlardı. Yani bir zamanlar ekme dikmenin olup olmadığını dahi düşünmüyorlardı. Aktarılanlar, yeni kuşağın bilip te yaşadıkları hayat değildi. Duydukları masalsı geliyordu. Hayal güçlerini harekete geçiriyordu.

Şu anda yaptıkları ekme dikme işini, ataları nasıl bilemezlerdi? Hâlbuki kendilerinin bile yaptığı ekme dikme işi, ne kadar da kolaydı! Bir zamanlar atalarının şimdiki gibi yapılan ekme dikme işini bilmiyor olmaları, yeni kuşağa komik geliyordu! Yoksa atalarını boşuna mı gözlerinde büyütmüşlerdi?

Aracılı ve aktarım sal öğrenme de kişinin bilinçaltına katkı oluşturmakla dejavuya neden oluyordu. Yeni kuşak ekme biçmenin nasıl ortaya konduğunu değil, aksine nasıl ekilip biçildiğini uygulamakla biliyordu.

Yeni kuşağa göre aracılı aktarılanlar somut değil içinde üretim yaptığı kolektif süreç ve kolektif etki; somut bir yaşamdı. Aktarılanlar, içinde olunan durumla koşullu öğrenilen ve yorumlu bir süreçti.

İşte bu nedenle köleci süreç içine doğan kuşaklar da üreten sürecin kesikli sürekli olmasıyla ve hayatın da dışta kesikli sürekli bir ömür olması gerçeğinde hareketle; kesikli sürekli olan bilginin birleşmesinde doğdurduğu anlamalarına vardığı zorunlu yasadan kurtulamayacaktılar.

Köleci süreç içine doğan kuşaklar da, ön ittifaklı üreten süreçten bihaberdi (habersizdi). Köleci süreç kolektif süreçten köleci sürece geçişin ön hazırlığını ortaya koyan fikri tartışmalar yapan algıcı dönemden de, habersizdiler.

Kolektif sistemden köleci sisteme geçişi kurgulayan, geçiş dönemi kişileri hem kolektif sistemi yaşayan kişilerdi. Hem de köleci sistemi inşa eden; akıllı, kurnaz olan kimi kişilerdi. Diğer kişilere kurnazlıklar içinde rızk gibi mülke sahip irade gibi birçok kavramlar üzerinde köleci iman akdi yaptırıyorlardı.

Bu iman akitleri geleceğin dinlerini biçimleyecek olan kumaşlar olmakla, tüm dinler dünyada köleliği kurumsallaştıran öğretilerdi.

Köleci süreç içine doğan yeni kuşaklar, ne kolektif sistem içinde ne de kolektif sistemden köleci sürece geçiş yapışan ara dönemlerin içinde hiç yaşamamıştılar. Özgecil kolektif sistem içinde olukla, öğrenme yapmamıştılar.

Köleci yapı içindeki kişilerin aracılı öğrenmesini oluşan zihni öğrenme kalıpları içinde kolektif süreçten esinler verecek eşleşmeleri karşılayan hiçbir kavramlar yoktu. Köleci süreç böylesine elimine edici bir beyin operasyonuydu.

Ama kişiler köleci sistem süreçlerini bizatihi yaşamakla öğreniyordular. Kişiler köleci sistemin şartlı öğrenmeleri içindeydi. Kişilerin duygu ve düşüncesini oluşan zihin kalıpları köleci sistem eşleşmelerini veren kavramlardı.

Köleci kuşağın öğrenmesi içinde üreten sürece dek, üretimi başlatan sürece dek bilgi olmadığı gibi üretim yapmazdan önceki yaşama ilişkin aracı bilgi de yoktu.

Bunların yerine, sistem dışı kaynaktan aktarılan ve yine aracıyla öğrenme durum olan El öğretisi vardı. Sistemin somut geri bağlanım yasası; El öğretilerine dayandırılan bir hayalete ve hayal ile eşleştirmelere dönüşmüştü. Bu yabancılaşmaydı.

El öğretisi içinde ne deniyordu? “El dilemez ise, çalışmanız size fayda vermez. Yiyip içtiğiniz El ‘in size verdiği nimetler içinde olan rızklardı. Rızk ta size, daha siz doğmadan takdir edilmişti. Bu nedene siz ne kadar çalışırsanız çalışın, kaçıp kopan insana; nasibinden fazlası yoktur” deniyordu.

Ve “nasibinizi de El verir “ diyorlardı. El ’in nasipten vereceği yerler belliydi. Ya İbrahim’di, ya Nemrut. Ya firavundu, ya Musa. Köleci kuşakta siyer-i enbiya anlatımları dışında kolektif bilinç ve tarihsel bilinç yoktu.

Kolektif bilinç yerine El ‘e ortaklar koşmanın günah olması veya El ‘in ortakları var demek şirktir demenin, uyuşma, sakinleştirme salınımları yaptırma, bilinci vardı. Bu bilinç nerden geliyordu?

Az üstte belirtildiği gibi El mana anlayışını kuran kişilerin bizzat kendileri kolektif yapı içinde gelen kolektif yapının ortakları olan kişilerdi. El denen kişilerle, akit yapanlar; kolektif sistemin içindeki hayatın ortaklarıydılar. Hem tarihsel olarak ve hem de fiili uygulama olaraktan ortaklardı.

Ortaklığı, monarşi içindeki ahitle bozacaklardı. Ortaklığı bozulmuş monarşin süreci her şeyin başına koymakla hem bir geri bağlanım süreci oluşturacaktılar. Hem de kendilerinden sonraki kuşağa aracılı öğrenme ve öğretme süreci hikâyesini oluşturacaklardı.

Monarşi içine geçmeden önce de, monarşiye geçerken de; El ve inanıcıları olan bu ilk elden El inanıcısı El kulu olan ilk elden kişiler; bir önceki zamanda birbiriyle ortaklar olduklarını, çok iyi biliyorlardı.

İlk elden tarihsel monarşin duruma tanık olan kişilerin, El iman ahdi içinde El olan rabbe şirk koşmayın demeyi sözleşme yaparlarken; şirk koşmayın demenin tarihsel özünü çok iyi biliyordular. Sözleşmenin bu koşulu tarihsel ortaklaşma olanı ele veren bu durum, gerçek bir bek raundun, şirk söylemiyle eşletilmesinden ileri geliyordu.

Yani El ile inanıcıları aynı kolektif sistem içinde hem ortaklardı hem de birlikte ve kolektif ortaklar olarak monarşin bir köleci yapının içine gelmişlerdi.

Bunun böyle olduğunu bilmeyenler yeni kuşaktı. Yeni kuşağa bu söylenmiyordu. “Bir zamanlar insanlar azıtmış sapıtmışlardı” diyerek kendi bulaş yapıcı (enfekte edici) köleci hikâyelerini köleci anlayışlı zihinsel donanımın merkezine alıyordular.

Yeni yapının “azıttılar sapıttılar” demesi içinde ister istemez köleci sisteme aracı yöntemle aktardığı bir kolektif hafıza da vardı. Köleci sistem bu hafızadan kurtulamazdı. Bu hafıza üreten, bilişle, buluşçu olan hafızaydı. Ve köleci sistem bu hafızaya mecburdu.

Yeni kuşağa kolektif kavramlardan bozma anlatımlarla yapılan söyleyişler nedenle kolektif söylemli paydaş anlamlar köleci sistem içinde ortaya ikinci bir çelişki koyuyordu. Oysa El kendi başına bir irade olmak istiyordu. Kendisine ortaklar ve ortak karar vericiler tanımak istemiyordu.

Bu nedenle de El; “El ‘e ortaklar koşmayın. Bu şirktir. Bilseniz şirk ne büyük günahtır” diye ortay yakası açılmadık kavramlar saçıyordu. Günah olan neydi? Niye günahtı? İnsanlar durup dururken niye ortaklar koşuyordu? İnsanlar deli miydi? Yoksa bu söylemlerin ardında bambaşka bir tarihi gerçeklik mi vardı?

El sahipliğine ve El iradesine ortaklar koşmanın gerisinde masum bulaşalar yaptırmakla ve elden kaçırılmış olanın söylemleri ile geçmişe geri bağlanım yapıcı söylemlerde kolektif hafızaya dair bir çağrış; bir tarihsel mesaj mı vardı?

Kolektif inşacıların kendi içlerine olan aracılı aktarımları ve yorumları kolektif öğretili özgecilikti. Oysa köleci sistemin İbrahim gibi aracılı (apilulu) aktarımları kişi benci ve sistem dışı El mantığı aktarımlardı. Köleci aracılı aktarım da yorum da sistem dışı kişi benci yanılsama bir mantığa göreydi.

Köleci sistem bu nedenle tarihsel olana karşı çift kat perdele aracılı bir aktarım ve yorumdu. Perdelemenin biri doğal ve kesikli sürekli akışın kendi akışlı şartları içinde geliyordu.

Ama kişi benci ikinci perdeleme türü hileci, tuzaklı, sistem dışı düşünmelerle ortaya konan illüzyonlardı. Bu yanılsamalar içinde oluşan perdelemeler de sömürmenin mantığı olmakla, inşaca ve öncül gerçeği enfekte etmekle, inşaca ve öncül olanları köleci söylemlerle eşleştirerek öğrenmeydi.

11 Eylül 2020 6-7 dakika 1084 denemesi var.
Beğenenler (1)
Yorumlar