Anne Kokum

İnsan büyüdükçe üşüyor, büyüdükçe öğreniyor üşümeyi de yalnızlığı da.

Küçükken bunlardan çok uzak ve habersiziz. Çünkü annemiz var, bizi saran, sımsıcak tutan, bize üşümeyi değil, sarılmayı öğreten. Zaman geçtikçe anne kucağına sığmıyoruz, bu yüzden üşümelerimiz. Başımız artık annenin yumuşak dizlerinde değil, bulduğu ilk boşlukta, sertliği kanıtlanabilir beton yığınlarında. Ne kadar kuş tüyü yastıklarda uyusak da annenin yumuşaklığını hissettirmiyor hiç birisi. Yumuşak beton yığınları uyuduğumuz yer. Uyandığımızda da yalnızlık karşılıyor ilk bizi, çünkü artık annemiz yok yanı başımızda. Uyanmamızı bekleyen kimse yok belki, sıcak çayın buram buram kokan, rüyalarımızın içine kadar gelen, davetsiz misafir yok. Eski güzel kokan çaylar da yok. Kızarmış ekmek kokusu, anne eli değmiş, teneke sobanın üzerinde kızaran, daha yemeden midemizi de kalbimizi de ısıtıp doyuran o koku yok.

Yalnızlığımız var ve hayata koşturarak başladığımız sabahlar var. Her biri diğerinin bir kopyası, devamı... Anne kokusu yok. Uzaklarda kaldı o günler, çocukluk kadar uzaklarda.

Milyonlarca yıl önce ninemin masalında dinlemiş olduğum kadar uzaklarda.

Anne kokusuyla güzeldi her şey, yemekler bile. Hani o hiç yemek istemediğimiz iştahsız günlerdeki yemekler bile. Şimdilerde iştahımız var ama sadece yemek için yiyoruz, doymak için değil. Annenin o doyumsuz lezzetli yemekleri yok. Yediğimiz en güzel yemekler bile o tadı vermiyor bize. Çünkü o yemeklerin içinde anne şefkati vardı. İnsanoğlunun tek ihtiyacı olan şey şefkat belki de, sevgiyle yoğrulmuş.

Büyüdükçe üşüyoruz, yalnız kaldığımız için. Hiçbir kalabalık bir annenin yanı gibi değil, doldurmuyor dünyamızı, sadece gözlerimizi dolduruyor. Durup düşünmek için bile zaman yok. Oturup beklemek gerek gerilerde kalan yanımızı ama yok, izin verilmiyor. Hep koşturmaca, koşturmazsak eğer, geride kalırız, yetişemeyiz hayata ve yaşamaya. Yaşamak denirse tabi buna.

***

Yaşamanın sade, yalın ve doyurmayan tadını hissediyorum sadece koştururken. Bu daha da felaket bir boşluk oluşturuyor içimde. Bazen boşluklarda yuvarlanırken eskidiğimi hissediyorum, o kadar eskiyorum ki; eskiye dair hiçbir şey hatırlamıyorum. Çok zaman geçmiş gibi. Az zamanda çok şey oldu belki de.

O kadar çok hatırlamamız gereken şeyler var ki; geriye doğru siliniyor asıl hatırlamamız gerekenler. Yer kalmıyor belki hatırlamaya günlük yoğun koşturmalardan. Çok yoğun yaşıyoruz, çok çalışıyoruz, bir sürü hatırlamamız gereken şeyler var ve biz, bizi asıl mutlu eden şeyleri unutuyoruz farkında olmadan. Unutturuluyoruz, unutmak zorunda kalıyoruz.

Ama anne kokusu sinmişse bir çocuğun yüreğine unutmaz ve hep biraz anneye benzer kız çocukları. Biraz bakışları, yüzü benzemese de. Biraz gülüşleri, utanmaları, bir şeyleri benzer muhakkak.

Eksikliği büyüdükçe bu yüzden hissediyorum işte, anne kokusu artık olmadığı için, üzerimde beni saran o büyülü tılsım olmadığı için, hissedemediğim için. Bu yüzden güvenemiyorum hiçbir şeye, koruma bandım kaldırıldı sanki üzerimden. Anne kokusunu bildiğim için bu eksiklik. Bu yalnızlık anne kucağından yoksun olduğum için. Ama büyüdük, böyle olacağını bilseydim büyür müydüm yine, bilmiyorum.

Olması gereken listelerinin en başında geliyor büyümek. İstemesek de büyüyoruz, büyütülüyoruz, büyümek zorunda kalıyoruz. Hayatın koşturmacasına yeni askerler gerek. Yeni güçler, yeni mücadeleler. Ama tüm bunların içinde anne kokusu unutulmuyor işte. Bu da unutulmaz listelerinin en başında geliyor. Çünkü doğmadan önce bile hep o vardı yanımızda, şimdi nasıl boşluk olmasın?!...

Asıl ayrılık bu değil midir?
Anne hep vardı yanımızda, doğmadan önce bile.

Anne kokum; Sen hep içimde bir yerdesin, yüreğimde. Her ne kadar hayatın arapsaçı kargaşası içinde kaybolsam, bazen yolumu bulamasam da bu karanlıkta, senin kokun hep var içimde. Çünkü ben o kokudan var oldum, o kokudan yaratıldım.

Yine de niye özlüyorum bilmiyorum, sen bu kadar içimdeyken. Sanırım çocukluğumdaki güveni ve huzuru özlüyorum ya da kendimi özlüyorum. Anne kokusunun içindeki, başka kokuların ve korkuların henüz değmediği küçük kız çocuğunu.

Üşümediğim günleri, her sabah sevinçle sıcacık yatağımdan fırladığım o sabahları. Kışın bembeyaz karını, ki en büyük sevincim kar yağdığı zamanlardı. Teneke sobanın çıtırtısını, sobanın üzerinde kızaran ekmek kokusunu... Bütün bunları içinde bulunduğumuz o mutlu zaman dilimlerini özlüyorum. Mümkün olsa şu anki zaman dilimlerini keserdim, geriye doğru, o günlerde kalırdım, sonrası olmazdı bu dünya dairesinin. O zaman dilimlerinde kalırdım hep.

Ama mümkün değil, biliyorum. Bir düş belki bunları yazmak, sonra tekrar okumak.



Ne kadar büyüsem de anne kokum hep içimde,
Yüreğimde.
Çünkü ben ondan var oldum.



Yirmi İki Mart İki Bin On Üç 12 00

22 Mart 2013 4-5 dakika 94 denemesi var.
Beğenenler (5)
Yorumlar (2)
  • 11 yıl önce

    Harika denemenizi yazan yüreğinizi kutluyorum şairem. Saygılarımla.....👍

  • 11 yıl önce

    O koku hiç yüreğimizden ve beynimizden çıkmaz. Güzeldi Nevin hanım kutladım bu güzel yazınızı içtenlikle...👍