Aradığım aslında arandığımdır
Aramaya kalktığımız her kayıpta aslında birazda kendi kayboluşumuzun açık denizlerine yelken açarız... Açık denizimizde yelkenleyen kaçak duyguların ayrıntılarını göz uçlarının bakı sandıklarında aklın maharetlerinde ararız, aranırız...
Dildeki güneş sıcaklığı varoluş coğrafyamızın iklim satırlarında dolaşır... Esnek algılar arasında bağdaşmaya çalışır kendi doğrularını dayatarak... Sonra fikir çelmeleri yere serer yolundan çıkardığı bedenlerimize riyakâr... İçimize dokunur sıcak dokunaklığı dilin.
Bizi hırpalasa da inanmamamız gerektiği. Bir başkasının eğrilmiş doğrusuna,
Yinede sıcak olana içimiz ısındığından açarız hırsızlara karşı korunakladığımız ruhumuzun kör kilitlerini basit bir sıcaklığa av olacağımızı bazen bile, bile. Arkamızı döner gideriz kendimize... Unutmak denilen sarmalın kucakladığı koca bir labirentte bir çıkış ararız, bir çıkış aslında bir başka labirentin başlangıcıdır bu sefer de girdaplı... Önceki tufanlıdan biraz farklı... Bir hamster dönme dolabı kapanı... Kötülükleri unutmak... Bize yapılanları unutmaz, kendi yaptıklarımızı çarçabuk unuturuz ya da her ikisinin de med-cezir'inde yuvarlanır gideriz...
Dışımıza taşıramadığımız içimizi bir tomruk acısına çevirir bilincimiz... Saklantılarımız sahip olduklarımızın yüzeyinde bir buğu görüngüsünde durmadan dolaşır... Bulutsu. Kesik... yüreğimizin kesilmez ritminde işleyen kendiliğindenlik melodik bir bükümle notalarına iliştirir aklımızın hayal gücünü... İnanmak istemediğimiz şeylere dış kuvvetlerin etkisiyle inanma denilen çukurda dibe doğru sürüklenir tutunduklarımız, bizde beraberinde sürükleniriz... Fikrimizin gelen geçenleri baş gösterir bu sürüklenişte sahip olduklarımızı-aslında bize sahip olanları- geçiririz ışık hızıyla aklımızdan bize kirli bir gömlek gibi yapışan mesleğimiz örneğin yaşamak zorunda isen yapmak zorundasın sesini diyaframdan yükseltir kulaklarımıza... Alışkanlıklarımız, yerine getirmek için olanca gücümüzü harcadığımız zorunda hissettiklerimiz... Yapamadığımızda kaygı yağmurlarına maruz bırakan tek gerçeğimiz hep kendimiz... Kendimiz... Muhasebenin envanteri belli aslında... içimizden dışımıza çıkaramadığımız, dışımızdan içimize aldığımızda kimyamızı bozan oluşumlar...oluşumlar... Her şey dünkü yaşadıklarımızdır aslında bugünden farklı olmayan... Bir de sonsuz evrenin sonlu kayıp adresinde, ruhumuz aradıklarımızdandır... Onula da her seferinde bir başka şablonda bir şeylerin arkasından koşuştururken ara sıra rastlaşır merhabalaşırız belki...
Merhamet ve bilgelik ise evrenin delik ceplerinde durmadan dökülür az aranan şeyler olduğundan çokça saçılsa da her tarafa pek kullanılmadığından koparan cellât ellerin kan kokarını frenleyemezler... Az çok her defasında bir mırıltı kısıklığında okşar geçerler insafları.
-Sen kaybeden yüz ifadesi yüzünde barındığın bile çabuk unutur seni... Kaybettiğini de unutur, unuttuğunu da sık tekrar eder insanoğlu...