Aşiyanda Kahkaha
kahkaha aşiyânı sardığında, o ses bir acıya dönüşür; çünkü her gülüş, derin bir yaradan sızan kanın kamuflesidir, ve en büyük feryatlar, en suskunluğındadır
bu dünya, âşk âğyâr misali bir zindan, karanlık bir mahzen; içinde bir mum misali titreyen benim.insan, bu zindanda müebbet hapis, gönül ise hicran içinde mahpus. ruhun kirlenmesi, bu mahzende biriken tozların, karanlıkları daha da koyulaştıran pasların hikayesidir. âh ile başlayan bir devrin sonu, vaveyla ile yanan bir feryadın başladığı yerdir. uz ile harap olmuş gönüller, gurbetin bağrında savrulan yapraklar gibidir.
kirlenme, şeb-i yeldâ gibi uzar da uzar, bir türlü sabaha ermez. içinde mey olan sevda ise bu karanlık gecede âyyaş, perîşan olmuş bir gül gibi solmuştur. visalino hayaliyle yanıp tutuşan gönül, şimdi firak ateşinde şem misali yanıp kül olmaya mahkûmdur. her gece bir hazan rüzgarı gibi eser, mey dolu kadehlerin sarhoş ettiği aşklar, birer birer firakın karanlığına çekilir.
âşiyân terkedilmiş, sevdâ virane bir hale gelmiş, gözler ise artık ziyâdan yoksun kalmıştır. bu elem dolu âlem, bir zamanlar şebnemin düştüğü gülşen idi; şimdi ise matem içinde bülbülün feryad ettiği, nağmelerin sustuğu bir mezar gibidir. her bir nefes, beytten dökülen bir mersiye, her bir bakış bir vaveylaya dönüşmüştür.
aşk hicranın derin izlerini taşır. kader, sanki sahrâda kaybolmuş bir yusufcuk gibi, hicrânın ateşinde yanmıştır. hüznün ağında kalan felek, artık ferahın yüzüne bakamaz. gönül, muhabbet dolu bir şehriyar idi; şimdi ise garîb bir derdin pençesinde, gözyaşı döken bir miskin midir?
mecnun’un çöllerde leyla’yı aradığı gibi, insan ruhu da bir zamanlar sevdâ ile aydınlanan meşk dünyasını arar. fakat o dünya artık gurbet’e dönüşmüştür. gönül, âh ile titrer, firâk ateşiyle kavrulmuş, muhabbetin lezzetini unutmuştur. gözyaşı döken mecnûn, muhabbet dolu bir şebte dilrubasını arar, fakat hasretin derinliğinde kaybolur.
âlem, nağmelerin sustuğu, bülbüllerin firak içinde hapsolduğu gülzârdır. zühre’nin yüzü kararmış, âsuman ise artık ziya vermez olmuştur. şeb bir türlü şafaka ermez, seher vakti bir şeb-i yeldâ gibi uzar da uzar. güller artık âşiyânda değil, mezarlarda şebnem döker. mey kadehleri boştur, sarhoşluk bir rüyada kaybolmuş gibidir artık.
muhabbet, bir zamanlar şairlerin dilinde şiir olup dökülürdü; şimdi ise firakın karanlığı, mısraların içinde vaveylaya dönüşmüş. divan edebiyatının gözyaşı döktüğü, sahrâda mecnûn gibi kaybolduğu bu dönem, muhabbetin yitip gittiği bir hasret çağının başlangıcıdır. şairler, firak ateşinde yanan gönüllerini, feryat ile haykıran şiirler yazmışlardır.
hicran, perişan bir gönülün ayrılık içinde kaybolduğu bir matem gecesidir. mâh(ay) ile güneş, birbirinden uzak, birbirine hasret kalmıştır. gönül ise bu hasretin pençesinde, ferahı unutmuş, keder içinde bir bülbül misali ayrılık ile titremektedir. gözler ziyâdan yoksun kalmış, kâseler meysiz, gönüller sevdâsız kalmıştır. nefes almak bir elem, yaşamak ise bir feryata dönüşmüştür.
karanlık gece, ancak seher vaktiyle sona erer. gönülde saklı olan ziya, tekrar parladığında, şairler yeniden sevdâ dolu şiirler yazacak, gülşende bülbüller muhabbetle nağmeler dökecektir. muhabbetin ışığı, şairin kaleminde yeniden hayat bulacak, gönüller ayrılığın karanlığından seherin aydınlığına kavuşacaktır. hasret sona erecek, gönüllerdeki uz ateşi, muhabbetin berrak sularında sönecektir. gözler, ziyânın nuru ile yeniden aydınlanacak, gönüller sevdâ ile dolup taşacaktır.
Ne kadar umut dolu bir yazı olmuş. Tebrik ederim Can. Mecnun kendi hayal dünyasındaki Leyla' yı aramış. Bizler ise gerçek bir Leyla' yı yaşıyoruz. Abartma sanatından uzak kendi çilemizde kavruluyoruz. Hüznümüz de sevdamız da sevincimiz de az ama bereketli. Az, öz ama kaliteli olandan yanayız her dem. Eskinin güzelliklerini alırsak tabi ki gönüllerimiz parlayacak daha da. Yazıya dönersek son kez bana göre yuva insanın iç huzurudur. Ben bu devri yuva bildim kendime. Devamını bekliyoruz bu yazıların.