Aşk Avuçlarımda Kalan Son Damla Su Gibi Aslında

Canım çok sıkkın. Kaybettiklerimi özledim beklide en başta canımdan öte olan babamı... Rotasız bir gemi gibi yol alıyorum hayatın içinde ama aslında yoğum, neredeyim bilmiyorum. Gözlerim acıyor, ayaklarım ağrıyor, o bana mısın demediğim yollar uzun uzadıya uzadıkça kara bir yılan olup her yanıma zehrini bırakıyor sanki... Elimden ismini bilmediğim bir kadın tutup çekse beni kendine dudaklarına yapışacak gibi sevişgen duruyorum nedense... Lanetler okuduğum ve beni ölüme bir gün daha yaklaştıran o sigarayı her içişimin sonrasında son diyorum ama kendime kızmaktan başka bir halta yaramıyor. Sıkılıyorum, eskisi gibi değilim, çok sevdiğim şiir yazmaktan bile sıkıldığım anlar oldu biliyor musun? Dipsiz bir kuyuya atılmış gibi hissediyorum kendimi... Oysa en neşeli insanların tebessümlerinde acılarının kanı sızarmış... Canım acıyor.

Bir kadın sesi duyuyorum gecenin yarısında, en işveli haliyle hayalini yolluyor ve bana gülümseyerek 'Sevişelim mi?' diyor, yalnızlaşıyorum, katıla katıla gülmek istiyorum ama tam tersini yapıyorum, hıçkıra hıçkıra ağlıyorum. Durgun bir deniz gibi oluyorum bazen, radyoda duyduğum müzik beni alıp götürüyor, Müzeyyen Senar dalgalanıp durulurken, Ahmet Özhan inan bana kimse senin gibi bakmadı diyor, Zeki Müren beni can evimden vuruyor o billur gibi sesiyle... Hıçkırıklarıma engel olamıyorum nedense, tesadüfleri anlatan bir aşk filminde hüngür hüngür ağlar mı bir insan? Yalnızsa ve hücrelerini işgal etmişse yalnızlığı ve hücrelerinin DNA'larının son deminde sıkışmışsa bir köşeye ağlar!

Kırgınım, hayata kırgınım, ne ağır bir beden ödetti bana diye... Hayatımın pembelerini siyaha boyayan bir hesap yolladı ki, şükretmekten başka bir şey gelmiyor elimden. Çaresizliğin ne demek olduğunu bilmeyenler anlayamaz kabullenişin acısını... Hayat sahnesinde yer alıp, hayatlarını değiştirdiğim insanlar şimdi bir bir unuttular beni... Unutsunlar, bir gün gelir musalla taşındayken hatırlarlar belki bir cami avlusunda... Küskünüm hayatın ardı sıra gönderdiği mektup sıcaklığını bulamadığım kısır döngülü mesajlarına... Çocuk olmak istiyorum bazen, telaşsız, düşüncesiz, kendince oyunlar oynayan ve burnundan akan sümüğün bile kendini kötü gösterdiğinden habersiz bir çocuk olmak... Kuş olup uçmak istiyorum uzaklara... Ben kendi mezarımdan kendimi ellerimle gömdüm. Kimsenin beni mezarımdan çıkarmaya ve yad edipte kemiklerimi sızlatmaya hakkı yok aslında... Kemiklerim sızlıyor, gözlerimdeki bulutlar siyaha döndü yine, yağmur yağacak!

Bir dede gülümsüyor torunlarına, sünnet hediyesi her bir torununa bir ev verirken, bir yanda bir göz oda için hayatından hayat verenler düşüyor aklıma 'Adaletin bu mu dünya?' diyesim geliyor, kuş sütü eksik sofraları görünce dışarıda yağan yağmurun altında çöplükten ekmek arayan çocukları görünce... Ağlamak istiyorum, tüm yorgunluğuma rağmen bugün biraz denedim ağlamayı ama gözlerim kan çanağına dönüverdi, gözyaşlarımın rengi kırmızı oldu birden. Anladım ki ağlamakta haram kılınırmış bazı insanlara bazen.

Özledim ama babam dışında neyi özlediğimi bilmiyorum aslında, kendimi bırakıverdim kağıt bir gemi gibi suyun akışına... Herkesi bir telaş sardı, sanki babam gibi mürüvvetimi göremeyeceklerinden korkuyorlar. Oysa pis sakallı yazar, yazılarının ortasında yarattığı karakterlerin koynunda kendi başına uyumaktan hoşnut! Keşke dünyayı kurşun kalemle yazsaydım, ardında silgisi olan bir kalemle, en azından kendi hayatımı silebilirdim. Yokmuşum, hiç olmamışım, hiçmişim gibi... Keşke kurşun kalemle yazdığım şiirler gibi tutkulu sevebilseymişim. Aşk avuçlarımda kalan son damla su gibi aslında, doyasıya içilmesine rağmen tadını son damlasında sakladığı gibi.

19 Mayıs 2011 3-4 dakika 49 denemesi var.
Beğenenler (2)
Yorumlar