Aşk Dedim ve M. Zeki Gezici

Şair(ler)i değil de, şiir(ler)i sevmek. Ben böyle bakıyorum meseleye. Şairin kişiliğiyle ilgili olumlu/olumsuz (ön)yargılardan, haklı/haksız birikmiş inançlardan biteviye sıyrılmadan; bir estetik yapı(t) olan şiir için, sâlimen/sağlıklı/sağduyulu bir değerlendirmede bulunmak, pek olanaklı gelmiyor bana.

Çok değil, iki–üç sebepten ötürü böyle: Şairlerle aralarında arkadaşlığı da aşan dostâne ilişkiler geliştiren eleştirmen(ler), o kişiler, o şairler için yazarken, sakınımlı davranıyorlar çoğun. Diyeceklerinin hepsini diyemiyorlar. Demiyorlar da, diyemiyorlar da. Demiyorlar, dediklerinde, “dostluk” buharlaşıveriyor. Öyledir, yaşamımızın öteki alanlarındakilerinden farksız olarak, ne yapalım ki, edebiyat kültürümüzde de dostluk, eksik-gedik vurgulanıncaya kadardır. Beğenmediğini en hâlis/en hakikatli sebeplerinle göster istersen, hapı yuttuğunun, dostluğun uçtuğunun resmidir. Diyemiyorlar, bil(g)isizlik dağları-bayırları aşmış çünkü. Kuramlarla, poetikalarla, öğretilere farklı merceklerden bakmalarla başı hoş olmayan bir fikir kuraklığı, çöle benzer bir yorumsal yetmezlik, tepe noktasına tırmanmıştır da, ondan diyemezler.

Bizde eleştiri kültürü, (Hüseyin Cöntürk, Eser Gürson, Fethi Naci, Asım Bezirci, belli çekincelerimle beraber Mehmet H. Doğan gibi) birkaç ciddî örneğin övülesi verimlerini dışta tutarsak, Nurullah Ataç’ın izlenimsel eleştirisinin “sevdim/sevmedim” çizgilerinden daha ileride değil ki hâlâ. Şu kitabı/şu şiiri beğendim, diyorlar örnekse. Neden beğendiklerini sorun, hık-mıktan öteye gidemezler genelde. Edebî/estetik ölçeklere yerleştirilmiş yargılar hiç beklemeyin de; size “anlamadım, beğenmenin mantığı mı olurmuş” diye kükremedilerse, yatın kalkın duâ edin Allah'a. Eee, şiirsel-olan’a yaklaşımın açısı böylesine dar olunca da, fazlasını beklemek, havanda su dökmek olur ancak. Bir de, demokrasinin kurumsallaş(tırıl-a)mamasının yanı sıra, demokratik kültür öğelerinin aydınlar/entelektüeller katında da değerlenip benimsenmemesi veyâ herkesin, yalnızca kendine yontmak için kullandığı, nalıncı keserine benzer bir demokrasi anlayışı taşıması. İşime geldiği kadarıyla demokratım yâni. Çıkarlarıma fiske vurmasınlar, darmadağın ederim ortalığı!

Yazımın başındaki ilk cümleme bakarak, hiç kimse, benim, “şiirleri sevmek için, şairleri sevmemek mecbûriyetimiz var” gibisinden düşündüğümü sanmasın. Olur mu, niye böyle bir koşul dayatayım? Hoş, dayatmaya kalkışsam, beni kim takar zâten? Keçileri kaçırmadım hem daha? Sevdiğimiz şiirin şairini de seversek, baldan yenmez. Ama şairine sevgimiz yeter ki, mırın-kırın duygusal sebeplerle değil; duyarlıksal ve nesnel sebeplerle gelişsin. Sonlanmaz demeyin, günün birinde o sevgimiz sonlanırsa, şairinden bağımsız olarak, şiirine sevgimiz sürsün. Özeti şudur: Şairin kişiliğine ilişkin hissettiklerimizle, şiirinin niteliksel yapısını ayırabilmeyi başarabildiğimiz raddede geçerlidir, onun şiirine ilişkin yorumumuz. Aksi durumda, dayanaksız-dayanıksız öznelliklerle sarmalanmış birkaç tutam “lâf ola, beri gele” tutumudur, orada sergilenen.

Bunları şundan dedim: Önümde bir şiir kitabı var: “Sana Aşk Dedim Ey Ölümsüz” (Şafak Pazarlama yayını, 1999). Şairi, M. Zeki Gezici. Çok değil, en fazla dört, hadi beş kez konuşmuş olayım kendisiyle. Sımsıcak bir insan. Yalımlı gülüşler saçıyor etrâfına. Sevecen, afacan, şakacı da bir adam. Sonra, cömert olduğunu gördüm birçok yönden.(Küçücük kitapçı dükkânında, kaç kişiye beş kuruş almadan, kitaplar armağan etti benim yanımda). Yaklaşık 40 yıldır, şiir yazıyormuş. (Üniversitede okuduğum yılların Varlık yıllıklarının birinden ve daha bir-iki yerden anımsıyorum adını). Öyle pek ünlü biri değil. (Gene de, Vedat Günyol’un ve Cemal Süreya gibi cins bir şairin dikkatini çekebilmiş ama.) Kozasını sessiz –sedâsız ören “şiir böcekleri”nden biri. Yırtınmıyor, “ben şairim” diye. Şair olduğunu, istencinin dışında duyumsatıyor insana.

İşte bu kitabında M. Zeki Gezici’nin, oradaki, beni çarpan, beni zıvanadan çıkaran, bana feleğimi şaşırtan bir şiirinden, ama tek şiirinden bahsedeceğim: Mutlu bir rastlantıyla, şiirle şairinin bende örtüştüğü bir “duyarlıklar ânı”ndan.

Tamamını alıyorum şiirin:

"AŞK DEDİM

Hangi yola girsem topraktı ekinsiz

dilimle kırdım bademle yaşadım her şeyi.

geldin uzanıp kayalıklara

dedin ki 'nasıl boyanıyorsa

zamanla her şey kendi rengine,

öyle olacağım işte çaresiz

sen de zamanla döneceksin kendine'.

Ben seni öperken sonsuz

sonsuzu öperken

saçlarında uyuyordu zaman

bak seninle büyüdü kuşlarım

sularım seninle duruldu.

Sana aşk dedim ey ölümsüz."

Ne var bunda çarpılacak, zıvanadan çıkacak; diyebilirsiniz. Öyle gürül gürül akan şelâle sesi yok, lâhana yaprakları gibi sarım sarım çağrışımlar yok, derinlikli bir imgeleme yok. Dümdüz, sohbet edercesine yalın bir söyleyiş edâsı bir de. Hepsi bunlar değil mi, diyebilirsiniz. Haksız sayılmazsınız. Sâhiden de dediğiniz gibi; ne eksik, ne fazla. Ama şiirin tılsımı da burada ya. Gizemselliğinin kökenleri de burada. Herkesin konuştuğu gibi dillenen/seslenen; ancak, bambaşka duyarlıklara açılan, bambaşka esinle(n)meleri ivmeleyen bir doğurganlık. Sanıldığından çok daha güçtür: yalınlığın içinde yakalayabilmek, duyarlıksal yoğunluğu.

Sevgiliye hîtap ederkenki içtenlik, o içtenliğin çocuksu bir sâfiyetle, hesapsız-kitapsız yakarışlarla dışavurumudur, okuyanı sarsan ve kendinden geçiren.

İnsan–Şair, M. Zeki Gezici’yi çok sevdim ben. Bu şiirini de çok sevdim. Sevmeseydim de söyleyebilmeliydim bunu tabi: Bir yönüyle de buraya dikkat çekmek istedim.

2008

13 Ağustos 2019 5-6 dakika 27 denemesi var.
Beğenenler (1)
Yorumlar