Aşk Deyince
''Aşk üç kelimelik bir hece lakin hala çoğu aşıkların çözemediği karma karışık bir bilmece''....
Bebekler annenin karnında, kıvrılıp anneye uyum sağlar ve dokuz ay sonra dışarı çıktıklarında tamamen annenin yavrusuna iç güdüsel davranışları sayesinde dışarıdaki hayata uyum sağlarlar.
Yemeyi, içmeyi, konuşmayı yürümeyi öğrenirler. Çocuğun annesine olan bağlılığı genç bir yetişkin olana kadar devam eder..
Aşk işte bu evrede başlar. Yakınlık gördüğün ilk kişinin seni sağlamca tutabilmesi, seni aşkla beslemesi ve bebek gibi seni koruyabilmesi şarttır. Zaten bu tutum içinde olan her kişi kendine aşık etmiş demektir... İlk aylarda, seven sevdiğinin hoşuna gidenleri söyler, hoşlandığı türden giyinir, onu memnun etmeye çalışır... Erkekse hele cömertse eli cebinden hiç çıkmaz... Kız arkadaşının sandalyesini çekip onu oturtmadan kendi oturmaz. Sevgililer gününü, kızın doğum gününü, yıl başını, tanıştıkları yılı hiç atlamaz.
Kız ise son derece naziktir, lakin erkek arkadaşına şirin ve güzel görünmek için bütün hazırlıklarını yapana kadar uğraşır ve verilen randevulara biraz geç kalır. Erkek kızın güzelliğinden vapur iskelesinde saatlerce beklediğini unutur. Çünkü kız gözüne prenses gibi görünür. Aynen erkekte kız için bir prens sayılır. Tabi erkeğin ufak bir kabalığı kızı ürküteceğinden, erkek son derece dikkatlidir.
Neyse bu ilişki haftalarca,aylarca yıllarca devam eder. Eğer ikisi de bu ilişkide ciddi ise aşk sinyalleri vermeye başlar... İkisinin de karnında kelebekler uçuşur. Kalpleri ikisinin de aynı atmaya başlar. Geceler sabah olmaz, sabahlar sadece kavuşmak içindir sevenlere. Kız bin bir bahaneyle evden izin koparır ve her fırsatta sevdiğiyle buluşur. Erkek ise işini gücünü hatta okuyorsa okulunu bile feda eder... Peki neden? Çünkü aşkın gerekliliğidir bazı şeylerden vazgeçebilmek......
Anne karnındaki kıvrılan bebekler gibi, iki çift sarılıp beraber olmak için kıvranıp dururlar. Artık gözleri ikisinin de bir çift, kalpleri tek, kolları iki tanedir. Yani ayrı bedende, aynı ruh olmak gibi....
Sonra hastalık yayılır hatta veremleşir bazı sevdalılarda. Bu hastalığın tek ilacı ise kavuşmaktır.
Yıllar sonra sabırla kavuşmak için bekleyen çiftler sonunda kavuşurlar. Aynı annelerinin karnındaki gibi kıvrılırlar aşklarıyla birbirlerine. Aynı havayı soluyup,aynı aşkla beslenirler. Kolları bacakları, başları, kalpleri hepsi aynı anne karnındaki gibi uyumludur.
Zaman biraz daha ilerledikten sonra, ilk evlilik yıl dönümlerini kutlarlar, sonra sevgililer gününü, ikisi de bu önemli yıllarda hediye almayı asla unutmazlar. Dışarıda yemek yediklerinde erkek yine bayanın sandalyesini çeker ve önce oturması için eşine öncelik tanır. İçki kadehlerini kaldırıp gözlerinin içine bakarak birbirlerini ne kadar çok sevdiğini söylerler..
Akşam eşi gelmeden önce hanımı,eşinin en sevdiği yemekleri yapar, onu kapıda en şık, en temiz kıyafetleriyle karşılar...
Beş ay sonra:
Kadın eve gelen eşine, mum ışığıyla,hazırladığı romantik masada hoş bir haber verir. Kadının hamile olduğunu duyan erkek, sarı kırmızı giydiği formayı çıkartıp erkek olacak benim çocuğum biliyorum diyerek masanın etrafında dönmeye başlar... Kadın şaşkın şaşkın bakar, neyse ona sarılmayı sonunda hatırlar erkek.....
Kadın ilk aylarda müthiş aş ermektedir. Gecenin bir yarısı eşini yataktan uyandırıp, kış günü karpuz çektiğini söyler. Adam ne yapsın dışarı çıkıp aramak zorundadır çünkü karısı oğluna hamiledir.
İlk aylar içinde dolaşan başka bir varlığı hazmetmek ve onunla aynı nefesi, aynı yiyeceği paylaşmak kadına zorluk verir. Üstelik kusmaktan lavabonun başından kalkamaz hale gelir. İlerleyen aylarda ağırlaşan vücudunu taşımakta güçlendikçe, annesini düşünür. Annesine ne kadar zahmet verdiğini, annesinin de kendisi gibi ne kadar fedakar olduğunu hatırlar. Sonra iç sesi der ki annelik böyle başlıyormuş demek... Oysa bebeği dışarı çıkarmak, içeride tutmaktan çok daha zordur. Dışarıdaki uzun yıllar süren çetin bir sorumluluktur.
Kadının hamileliği oldukça zorlaşır, hormonları alt üst olan anne, her şeye ağlar alınır. Ama olsun ya... değer değil mi, sonuçta erkek bekleyen bir babası her şeye katlanır...
Lakin ters giden bir şey olur, bebeğin kız olduğunu söyler doktor... Adam evin her köşesine sarı kırmızı aldığı bebek kıyafetlerini ne yapacak şimdi?
Sağlıklı bir bebek olsun da önemli değil der nihayet....
Dokuz ay on gün sonra:Sancıları başlayan kadını hastaneye yetiştirir. Lakin kadın her fırsatta hastaneden kaçmaya çalışır, onu yakalayan görevliler doğum odasına alırlar kadını...
Ve dışarıda heyecanlı bekleyiş... Karısının sesini duydukça erkek dokuz doğurur. Ne de olsa doğurmak kadar olmasa da doğurtmak da zordur... Kadın ecel teri dedikleri büyük bir acıdan sonra, ağlayan bebeğini dünyaya getirir. Doktor sorar...
_Bebeğinin cinsiyetini biliyor musun...
_Evet kız..
Al öyleyse kızını kucağına deyip bırakıverir doktor. Lakin kadın aşırı kanamadan bayılır. Kadını soğuk odaya alıp bekletirler, kısa süre sonra anne gözlerini açar ve bebeğini sorar, bebeğini getirip kucağına verdiklerinde, ona sarılır, koklar ve açlıktan ağlayan bebeğini sütüyle beslemeye çalışır. Bir kaç saat sonra yakınları bebeğin altını açıp temizlemek istediklerinde..sevinçli bir çığlık duyulur, sesi duyan baba, içeri girer ve ne olduğunu sorar... Bebeğin erkek olduğunu öğrenince baba da bayılır...
Anne lohusalık döneminde sıkıntılı ve ağır bir döneme girer. İşten eve yorgun argın gelen baba, kapıda tişörtü süt dolu, gözleri uyku dolu, pijaması ve terliklerini ters giymiş, saçı başı bir yana kaymış bir kadınla karşılaşır. Onun adı annedir.
İlgi ve alakası tamamen bebeğe yoğunlaşan kadın, erkeğini ihmal etmeye başlamıştır.
Tabi hangi erkek olsa bu bahaneyi değerlendirir değil mi?
Hayır işte erkek sabreder..
Yıllar sonra oğulları okul çağına geldiğinde,baba oğul maçlara gider beraber son derece mutlu olurlar... Lakin bu sefer de baba anneye karşı dikkatsiz ve ilgisiz davranmaya başlar..
İlk evlilik yıl dönümü,sevgililer günü ve doğum günleri unutulur, dışarı çıktıklarında ise, erkek kadının sandalyesini çekmeden önce kendi oturur masaya, kadın ise, işten eve gelen erkeğine karşı hazırlanmayı hep ihmal eder. İkisi de artık birbirlerinden kopmaya ve bıkmaya, beraber olmaktan kıvranmaya başlarlar neredeyse. Her akşam kavga gürültü. Sonunda evliliklerini bitirmeye, boşanmaya karar verirler. İlk zamanlar hoş gördükleri her davranışları zamanla çöp gibi batmaya başlar. Yattıkları yatak iğne, yastık çatal, yorgan bıçak olur. Aynı havayı solumak bile istemezler. Birbirlerine olan bağlılıkları bağımsızlıklarını özletir.
Çatırdamaya başlayan yuvaları çırpınan yavrularına rağmen yıkılmaya başlar. Artık bağlı oldukları göbeklerindeki aşk bağı kopar. Kalpler, kollar bacaklar ve başlar ayrılır. Ayrı bedende, iki beden olmaya karar verirler...
Peki ya aşk:Aşka ne oldu,onca emek onca yürek...
Anladım bu aşk dedikleri aşk olmasa gerek...
Şiirkolik ailesine 2014 yılında sağlıkla,huzurla,barışla geçen,savaşsız,kavgasız ve şiirle dolu yeni bir yıl dilerim,denememi değerlendiren Şiirkolik ailesinin bana verdiği yeni yıl hediyesi için ise ayrıca teşekkür ederim...
Şiirle kalın,aşkla kalın.....😊😊ud83cudfbbud83cudfbb.