Aşk Karşılıksız ve Lümpendir
Bir zamanlar, Türkçe şiirin önde gelenlerinden sayılan; günümüzdeyse, kabuğuna çekilmiş görünen (gâyet iyi etmiştir geriye çekmekle kendini; edebiyat tecimevi’nin ağababaları, kendi necâsetleriyle eğleşsinler biraz) İsmail Uyaroğlu’nun küçücük bir şiirini çok severim. O şiiri ilk okuduğumda allak-bullak olmuştum. Birkaç kez okuyunca da, bir baktım ezberlemişim. Aradan yıllar geçti, hiç unutmadım, mırıldanırım arada bir. Şiirin adı “Sevme Beni”ydi sanıyorum, tam emin değilim ama. Şöyleydi o şiir:
“Sevgilim sevme beni
Sana bir şey veremem
Gördün işte, ancak bir cehennem
Bir de belki saralı kelimeler
Ki karanlık hepsi ve uğulduyor
Şairim ben, sevme beni
Yolum yokuş, sevdam zor.”
Şair, sevgilisine “sevme beni” diyor. Ben sevilecek adam değilim, demeye getiriyor. Ben seveyim yeter, ek olarak senden sevgi dilenemem. Dilenmek de ne, senin beni sevebilme ihtimâlinden bile ürkerim, diyor.
Öyledir özgeci şairler, aşk’ın tek kişilik bir sevme eylemi (aşk’tan yüce eylem var mı?) olduğu bilgisini, dikeyine temellük etmişlerdir. Severler ve karşılık beklemezler. Bekler gibi görünseler de beklemezler. Kendi sevme sinerjilerinin bastırılamaz yoğunluğudur onları buraya getiren. Kavuşmasızlıkla bezenmiştir alınyazıları. Bir şair karakterinde rastlanması kimilerince tuhaf karşılanabilecek, mukadderata boyun eğme, aşk’a tevekkül etme becerisidir burada yürürlükte olan: yazılmamış aşk yasalarının işletilmesi.
Uyaroğlu; şiirinin ilmek ilmek çözülmesi hâlinde anlaşılabileceği üzere, tadında bırakmıştır duygularının serencâmını. Daha ileriye taşımak, yaşadığını mutlaklaştırmak istememiştir. Kadirbilmezliğin batağına yuvarlanacaktı yoksa, farkındadır. Ben sevme diyorum ama ya severse, endîşesini terk etmemiştir. Severse de sever, kimsenin sevebilme potansiyeline ve kinetiğine ipotek koyma hakkım yok benim, der gibidir. Orada kalmaz, sevişir bu endîşesiyle. Usul usul akan yeraltı ırmaklarının diliyle sevişir. Gizliden-saklıdan sevinir hattâ: bir severse?
“Gördün işte, ancak bir cehennem” derken; sana cennetler bağışlayamam, bu kadarım ben, çok çok “saralı kelimelerim var işte, diyebilir ancak. O kelimelerin hepsinin karanlık olduğunu ve uğuldadıklarını da teslim ederek.
Sonunda, meydan okuma faslına geçer: görmüyor musun, “Şairim ben”, duyguların linç edildiği bu “çok çiğ çağ”da (Necatigil), duygularından başka tutunacak tek dalı olmayan biri sevilir mi hiç, sevildiğinde bahtiyarlık uç verir mi oradan, demektedir aslında.
Ben, Uyaroğlu, sevgilisine her ne kadar, “sevme beni” derken, “beni sev” demek istediğini sezinlemesem de; öyle seslenmesini arzuladığımdan olacak, tutmuş bir şeyler çiziktirmiştim. Uyaroğlu’nun şiirinin yanında, hattâ gölgesinde bile, benim şiirciğimin lâfı mı olur. Olmaz da, onun şiirine ironik bir yollama olsun, onun şiirinin içeriğinde kendini onarsın diye, benimkini de yazıyorum buraya:
BENİ SEV
serçelerin sırdaşı olan sevgilim
beni sev
benliğimde iyimserlik fırtınasını estir
traşsız yüzümü sev bıraktığın adresteki
şu berduş ve canhıraş bakışlarımı
harâbelerde kanayan ömrümü kısacası
sevdanın odak noktasındaki duruşunu al
suskunluğun genleştiği mahzende sevişelim
sevgilim, beni sev
bir halkın alınyazısını nasıl seversen…
Şunu diyeceğim: İsmail Uyaroğlu’nun şiiriyle benim şiirim, aynı şeyi vurguluyor aslında: Aşk’ın imkânsızlığını! Ayrıldığımız nokta: Uyaroğlu “beni sevme” derken, ben “beni sev”de diretiyorum. Tanrı Janus da zıt yönlere bakıyordu, o zıtlıkları tanrısallığının potasında eriterek. Böyle bir şeydir aşk: zıtlıklardan yaratır, pırıltısını da, zırıltısını da!...
Ahmet Erhan’a, aşk kasırgasından şiirler fışkırtan o şaire bırakıyorum son sözü:
“Yağmurda ölürüm, su çeker bedenim
Bir yeraltı ırmağı olur gömülünce
Ben bu dünyada bir tek hayat’ı sevdim
Karşılıksız aşkların lümpenliğince”
("Yağmurda Ölürüm" şiirinden)
Aşk: karşılıksız, üstüne üstlük lümpendir. Şaşıracak ne var bunda? Ahmet Erhan doğru söylüyor.
(*): Bir Nokta, Ekim 2015, Sayı 165
Sanırım şairin ekmeği "sevmek". Hem sevilmek ister içten içe, hem de sevmese diye bakar sevdiğine. Kaleminin mürekkebidir sevmek, sevilmek tükenişi üstü örtülü.. Gül ve bülbülün kavuşamamasının güzelliği gibi..Harika bir paylaşımdı Bünyamin hocam, hem öğreniyor, hem dinleniyor, hem de "işte tam da bu" diyoruz okurken..Çok teşekkürler, yüreğiniz var olsun..