Aşk Müptezelleri

Kendime dürüst olayım derken sana arsız oldum. Müptela sensizliği kovayım derken yokluğunun gölgesine çarptım kalbim fena kırıldı yine... Takvim yapraklarına bakıyorum da, ayın kaçı getirir seni bana? Saatim kaç olur, eti kemik mi geçer? Avarelik günümün milyonundayım. Seni sevmek, nasıl desem... Herkes el eleyken birbirini seviyorken yalnızlığımla yokluğunun gölgesinin başını okşayıp bütün şefkatlerimi ona devretmek gibi bir şey. Seni sevmek, ben senin aklında yokken bir ladese tutuşsak da 'aklımda' dese ümitleriyle boğuşmak gibi bir şey... Seni sevmek çocuk yalnızlığım karanlıktan korkmasın diye kalbimin ışıklarını bir tek sana açmak gibi bir şey.





Sen seni sevmemeyi anlatamadın bana ama ben yine seni kendimden çok
sevmeyi anlattım sana. Sesinde kurduğum arsız yuvamın dişi kuşu değil; ölü kuşu oldum en sonunda.





Anlamaz onlar, onlar işte... Aşkı iki mucuk bir sarılıştan ibaret sanan aşk müptezelleri... Bu yüzden bendeki seni anlamalarını beklemiyorum artık hiç. Zaman geçtikçe her şeyin geçtiğini söylerler; aslında külliyen yalandır bu. Ama biz zamanın yükünü sırtlamaya o kadar mecbur bırakılmışızdır ki onun ağırlığında ezilirken diğer her şeyin geçtiğini sanır, kendimizi kandırırız. Zamanla geçmiyorsun sen sevgilim; zamanla çoğalıyorsun. Önce birdin, şimdi milyonları aştın. Milyon kere gözyaşı çöplüğümde acılarımı gördüm ya; işte o anlarda hep çoğaldın.





Öyle saf, öyle derinden, öyle çokça, öyle başkaca; öyle sen doluca sevdim ki ben seni. Seni sevmemeyi anlatamadın, seni az sevmek nasıl olurdu onu anlat bana. Bunu da bilmem ben mesela. Her şey senken seni bitirmek her şeyi bitirmek değil midir? Oysaki yaşamda daha düşecek bir sürü sonbahar yaprağı var. Türlü alışkanlıklar edindim; hepsi bana bir o kadar yabancı. Başkalarının aşklarına imrenerek baktım, aşk ve ben bir araya gelmemek için yarışan iki olanaksızdık. Sonra sende benin yaşadığını görmek nasıl olurdu diye düşündüm. Kalbine dokunduğunda orada nefesin gibi beni hissetmek, beni canından çok sevmek sana çok yakışırdı. Belki de ben beni sadece senin kalbine yakıştırdığım için kalbimin sokak aşüftelerinin bir numaralı yosması damgası yemesine katlandım.





Her hafta sonu kalbimin can kırıklarının kestiği ve kan izini bulaştırdığım bedenimi, giysilerimi yıkıyorum. Temizlik günü oluyor o gün, sonra bedenimdeki yorgunluğa ve giysilerimdeki aymaz alacaya bakıyorum. 'İstediğin kadar yıka, sevdiğine kirli kalmışsa gönlün; hiçbir şey temizleyemez seni' diyorlar bana. Sana hep kirli miydi gönlüm?





Ulaştın gönlümün müştemilatına; dileğim senin için orada bir saray yaratıp seni de sarayımda kral yapmaktı. Aşkların kralı; aşkların en güzeli, aşkların en asili, en soylu kaptanı!





Müştemilatın içerisinden girer girmez saray bekleyemezsin sevgilim. Çokça sevmek demek sarayın avlusunda isimsiz aşk müptezellerini çırılçıplak edip onlardan ne kalmışsa onları alıp sevdiğine vermek demek değildir. Asil bir sevendim ben; sana kirli miydi gönlüm?





Yokluğunun gölgesi varlığıma tekme atıyor. Yokluklarla varlıklar aynı gölgelik oyununda buluşamazlar sevgilim. Olumsuzluk eklerinin fütursuz güzellikleri kamaştırıyor gözlerimi. ‘Git' diyorsun ya hani; ben yanına ‘me'yi de ekliyorum ve ‘git/me' yapıyorum onu bizim için...





Müştemilatın temiz olmayan temizlikçisi kalbinin sarayına kilit vurmuş diyorlar. Sarayın kralı olmazsa kraliçesi hiç olmazmış. Ben bir prenses de değilim, varlığımın tokluğuyla 'sana çok şükür her gün seni daha çok severek doydum' demedin ki...





Çok sevilirse sevdiği tarafından bir kadın; ister hizmetçi olsun, ister soysuzlar kraliçesi; o hep bir prensestir. Çok sevilmezse kadın; ister kraliçe, ister soylular prensesi olsun; o hep bir yalnızlar hizmetçisidir. Öyle bir hoş gelmişsin ki bana sevdiğim; gelmeler gitmiş, gidiş o gidiş...

06 Aralık 2015 3-4 dakika 464 denemesi var.
Yorumlar