Aşk ve Kan
Anlatmak için yazmıyorum ama lütfen anlamak için okuyunuz....
Yedi baslı bir dev yedi cüce tarafından dağa kaldırıldı ve yedi gün sonra dev, yedi parçaya ayrıldı. ilk parça ,az sonra konuştu...ikinci parça ,hep sustu...Üçüncüsü sürekli dinledi. Dördüncüsü hiçbir şey bilmezdi. Beşincisi ağlarken, altıncısı bütün sırlarıyla intihara kalkıştı. Yedincisi yedi düvel öteden gelen sesin sahibi olduğunu kabul ederek, yedi cücenin yüzüne bakarak, birinci parçanın kaldığı yerden itibaren her'şeyi anlatmaya başladı.
Vakti zamanında, KafDağı yaratılmadan ,cennette şenliklerin eksik olmadığı, anka kuşları cennetten/cehenneme yolculuk yapmadığı ,evvelini bilmem ama şeytanın en büyük melek olduğu zaman ,ahır zamandan çokta uzaktı.. Gökyüzünün bin bir rengi yeryüzünün tıpatıp aynası gibiydi. Hurilerin vücutlarını örten giysilerin şiirler olduğu, en güzel nesirlerin sahibi olacak insanların çok kıskanıldığı mekanlardı.. Toprak yer yüzüne tadılmamış hiçbir meyveyi eksik etmiyor, bereketin adını sonsuz sayıyordu.
Ta ki, Adem cennette uyurken Havva'nın aklına düşen yılanın(şeytan) bir/iki sözüne kanmasına kadardı. Böylece Havva'nın bir elma ısırığıyla Ademoğlu büyük bir aşkla da tanışmış olacaktı. Sonra Tanrı'nın gazabı dünyaya düştü ve Adem ile Havva cennetten kovularak ,KafDağına kadar sürüldü. Zaman KafDağı etrafında ,dönerek ilerlerken Adem ile Havva'nın yalnızlığı zamanın gözyaşlarına dönüşmeye başlamıştı. Tanrı zamanın içinden geçen gözyaşlarını gördü ve Adem ile Havva'ya kendisine kurban edilecek iki çocuk hediye edecek ve hayatlarına bambaşka bir anlam katacaktı.
Habil'ın olmadığı sofrada Adem'in açlığı; Kabil'in olmadığı sofrada Havva'nın tokluğu anlamsız kalırdı. Habil ceninde yaratıldığında Havva'nın sağ yüzü gülerken, Kabil ceninde var edildiğinde Adem' in sol yüzü yaşarmaya başlamıştı. Dünyanın hikayesi gülmek ve ağlamak arasında böylece başlamıştı. Bundan sonra gökyüzünde ankalar KafDağına giden yolları şaşırıyor ilerde bütün yaşayan insanların hayatına girecek olan ve bin bir kılığa giren şeytanla karşılaşacaklardı.
Herhangi bir zamanın sonunda KafDağın da alacakaranlık gittikçe artıyor. güneş, aşağılarda uzanan ormanlardan usul usul tamamen çekiliyordu. Şeytanın ayak sesleri büyük ormandan, ağaçların üstüne atılmış kırmızı bir çuha gibi rüzgarla birlikte hafif hafif duyuluyordu.. Ve o anda her şey değişiverdi. Şimdiye kadar yaşayan, kımıldayan, ses çıkaran KafDağı sakinleri artık ölüydü ve beyaz ince bir sisle örtülmeye başlamıştı. Buna karşılık şeytan git gide canlanıyordu. Sabahtan beri ancak mırıltıları duyulabilen ağaçlar kendi aralarında konuşuyor, bağırıyor, sallanıyor ve ellerini birbirine değdirerek şeytanı gösteriyorlardı.
Yalnız, ağaçlar değil, yerdeki toprak,, kurumaya başlayan yapraklar, otlar, ağaçların gövdesine sarılan sarmaşık soyundan bitkilerde. Ve canlı tek görgü tanığı olan kahverengi, koyu yeşil yosunlarla vücudu kaplı olan yedi başlı dev de bu ormanda yaşıyordu.
Bir gün, Kabil evden uzaklaşarak ormanın derinliklerine kadar girmişti. Ormanın içinde yeşil, yumuşak çimenlerin üzerine oturmuş, gözlerinden bir biri ardına yuvarlanan gözyaşlarının bir ırmağa dönüşerek akmasını izliyordu. Gözlerinden akan yaşın oluşturduğu ırmak ilerledikçe ,ilerde bu ırmağın kenarına oturmuş, ayaklarını suya sokmuş çok güzel bir kadını görmüştü.. Kadının yüzü suya düşüyor , parıltısı Kabil'in gözlerini kamaştırıyordu. Etrafını bir an da saran ve güzel kadından gelen hafif, serin bir koku kaplamaya başlamıştı. Kadının görüntüsü incecik ışığın üstüne yağan başka bir ışık gibi iniyordu Kabil'in gözlerine...
Devam edecek ...
Hüd hüd'ü
Göremiyorum
Taze ve acil haberi bana vermezse
Onu cezalandıracağım !
Şeffaf bir saray bu
İçi dolu bir
Okunası