Aydınlığın Balon Rüzgarı
Yine zifirikaranlık ortalık. Suskun yüzler; yaşamın kendilerini soru bombardımanına tuttuğu zamanlarda ki kadar ekşi ve çiy. Aklımda bir şey beliriyor birdenbire. Eskiden ortalık daha mı karanlıktı? Bunu düşünmeye başlıyorum sonra. 'Ben' diyor bir adam, 'Daha önce hiç ağlamadım.' Olur mu öyle şey diyorum, bir insan hayatında hiç ağlamaz mı? Ama adam ısrar ediyor söylediğine. 'Doğduğumda da ağlamamışım' diyor. Şaşırıp kalıyorum. Oysa ki ben hep ağlarım. Belli ki çok farklıyız bu yanımdaki adamla. Yine bir kör sessizlik kaplıyor zihinleri. Gözler aydınlık bir hedef arıyor, ama boşuna uğraşıyor olmalıyız, zira aydınlık diye bir şey yok şu hayatta.
İnceden bir kar tanesi düşüyor zemine oldukça ürkek. 'Sen misin ömrü boyunca ağlamayan adam?' diyor yanımdakine. Adamsa ses çıkramıyor, adeta içinin sesinde kayboluyor. Kar tanesi bu adamdan cevap alamayınca bana dönüyor, haykırıyor içime. 'Sen misin' diyor, 'Benim' diyorum usuldan, gözüm kapalı. 'Hep ağlayan, olumsuzluklara baş eğen ve içinin derinliğinde boğulup giden benim!' Sonra kaçarcasına eriyor kar tanesi. Bir bakıyorum bahar gelmiş olanca gücüyle bize yalvarmaya çalışıyor. Ama olmadı, yine aydınlanamadı karanlıklar.
İç sesin de ötesinde baygın bir duygu yatıyor içimde. İhtiyar bir çift bankta oturmuş denizi izliyor. Denizin dalgası onlara doğru hayatı üflüyor sanki, az kalmış geleceklerinden bir sır fısıldıyor. Güneş de tam tepede, ama ortalık yine zifirilikte...
Baş edilmiyor artık umudun kayıbıyla. Parmağımda sessizliğin yüzüğünü taşıdıkça ben, çevrem de aydınlanamıyor. Kendimi düzeltemiyorum ki, çevremi de düzelteyim! Hep kaçıyorum kendimden, içimdeki doğrucu sesten, aydınlıktan, güneşten... Gökte hep bir şeyler arar gibi gözlerimi dikmişim tepeye, yine bir boncuk gibi yuvarlanıyor bir yaş gözümden. 'Ayıp ettin' diyor bir ses. 'Gideriz tabii yarın bir yerlere.' Bakıyorum da ben gökyüzünde unutmuşken gözlerimi, kulaklarım hala çevresini dinlemekte. 'Gideceklermiş' diyor içimdeki mahluk. 'Gidecekler ama kendilerini de beraberlerinde götürecekler.'
Rengarenk bir balon demetini uçurmayalı hayli zaman olmuş. Alıyorum elime onlarca balonu, yavaşça dileğimi fısıldayıp atıyorum gökyüzünün derinliklerine. O da bırakıp gidiyor karanlığı, kendi aydınlık yolculuğuna çıkmayı başarıyor. Ama inanıyorum, bir gün ben de göklerin aydınlığına kavuşacağım.
Annesini çekiştiriyor bir çocuk, balon istiyor annesinden. Kadınsa almıyor çocuğuna bir tanecik balon. 'Ben olsam' diyor içimdeki dış ses, 'Ben olsam tüm balonları alırdım ve gökyüzüne yollardım hepsini.'
Kardeş bir duygu beliriyor hüznümün yanına. Ağır, ama bir o kadar da hareketli bir duygu bu; Aşk! Zaten kör olan gözlerim hepten körleşiyor, devleşiyor içimdeki sevgi ve balonlar işe yaradı diyorum içten içe. Ama yine de kavuşamıyor geceler gündüzlere. (Ben ne bahtsız bir adamım...)
Şimdiye kadar görmek istemediğim aydınlık bana doğru geliyor sanki. Göz kırpıyor, bana gündüzlerin varlığını kanıtlıyor. Arkada melankolik bir hava beliriyor, artık içimdeki ses de umutlu konuşuyor. Git bak diyor dünyaya, neler değişmiş, neler olmuş hepsini öğren diyor. Sonra da alıyorum elime yine onlarca balonu, ama bu kez yollamıyorum gökyüzüne, daha aydınlık birisine vermek istiyorum balonları.
Dünkü şu annesinden balon almasını isteyen çocuk. Gözü bulutlu, nemli biraz da. Yaklaşıyorum yanına ve elimdeki balonların hepsini veriyorum ona. Çocuk içindeki en masum tavrıyla bana gülümsüyor ve alıyor balonları.
İşte o zaman kavuşuyor geceler aydınlığa. Geleceğin umudu olan o ufak çocukla doğuyor yeniden güneş...
Bir süre sonra;
'Yine ortalıkta sessizlik, gökyüzünde uçuşan balonlar, ama bu sefer en masum halleriye gülümsüyorlar hayata...'