Aykırı Ruhlar
İki ayrı kıta, iki uzak ülke ve ten rengimizin zıtlığından bağıran bir aykırı birleşme...
?Aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguyu paylaşanlar anlaşabilir' demiş Mevlana...
Aynı dili konuşuyoruz seninle, tek bir dilin bunca anlaşmazlığını almışçasına koynumuza.
Ve aynı ülkenin, aynı şehrin tozunda toprağında büyümüş olmanın garip girdabında bile, şehir sana başka bir kıtadan fısıldamış sırlarını, bir başka kıtadan bana, adeta...
Şimdi aynı dört duvara veriyoruz tütün kokan nefeslerimizi, zıt benliklerden çıkan, biyolojik eserimizi.
Mutluluk senin için uzak bir ülke, dostane gülümseyişler düpedüz bahane...
Benim her mutluluk eylemimi sabote edecek bir planla duruyorsun karşımda. Her yeni güne, mucizevî bir şekilde kapanması ümit edilen yaralarla uyanıyorum.
Kanayan yanlarımı pansuman seanslarında hesaplaşıyorum kendimle.
Nerdeyim ben?
Neden buradayım?
Ve nasıl bir araya gelmek gibi bir olmazı aşıp, dört duvarda kapana kısılıp kalmışız diye...
Aşk, bunca aykırılığın günah keçisi olamaz. Bir ?boşlukları doldurunuz' sorusuyla baş başa bırakılmışlıktan doğan, o eksik yanlarımızı tamamlama egomuzun toplamına eşit olan bu birlikte olma paranoyamızın faili meçhulü de olamaz...
Failin meçhul olduğu falan yok aslında.
Farklı coğrafyaların insani meziyetleri; akbabalar gibi avının leşini çıkarırcasına didiklememiz etlerimizi
Ne sen kötü adamsın bu filmde ne ben o lekeli kadın.
Lekelerimizi fark etmemizin tek sebebi, bir arada duruşumuzdaki ağırlığı aykırılığın...
Şimdi üstüne atıp, sıvışacak bir bahanesi de yok ayrılığın...