Babama III
Affettim seni baba
Bu yüzden, beni kandırdığın her şeye inandım.
Ben senin en belirgin ismindim, diğer tüm isimler belirsizdi beynimde. Her şeyi ilk senden öğrendiğim için, bir ömür yanında öğrenci, çocuk gibiydim. Sonra oyuncu olmaya başladım, senin beni üzdüğün zamanları saklamak için bayağı yetenekli olmam gerekiyordu. Kırıklarımı saklamayı öğrenmem de yıllarımı almıştı, üstelik bunları sen öğretmemiştin bana, ben kendi kendime öğrenmek zorunda kalmıştım. Sana biraz kızgın, oldukça kırgındım. Bu ilerleyen yaşlarıma da yansıyacaktı, biliyordum. Ama sana olan sevgime nasıl oluyorsa, hiçbir şey dokunmuyordu, özellikle kırıklarım; sana olan sevgimi azaltmıyordu, zedelemiyordu. Sevgin bende etrafı korunaklı, sonsuz bir mucize gibiydi, bazen buna kendim bile inanmakta güçlük çekiyordum.
Nerede olursam olayım, gözlerini üzerimde hissediyordum, konuşmasak da hep yanımdaydın. Bu da sana ait bir güçtü ya da aramızdaki gizli iletişime borçluyduk bunu. En çok kışın kar yağınca özlüyordum seni. Yanımda olmanı, kanlı-canlı olmanı o zaman istiyordum. En çok buna ihtiyacım vardı. Çünkü canım kartopu oynamak istiyordu, içimdeki çocuk sana göre hiç büyümeyecekti. O zaman hayat bana neden ciddi davrandı? Yaşadığım şu hayatın gözünde büyük, senin gözlerinde çocuktum. Hanginiz bana doğruyu söylüyordu? Belki de sende doğruyu haykıracak cesaret yoktu, ama ben cesaretliyim, büyüdüğümü kabul edebilecek kadar. Hayatın yalan-dolan oyunlarına inandırırken hangimiz daha çok inanmıştık? Ben seni kırmamak için inanmış gibi yapmıştım birçok şeye.
Şimdi akşamın bir köründe, gündüzün yoğunluğundan çalamadığım tüm gecemle yazıyorum yine sana. Uzun zaman oldu görüşmeyeli ve ben çiçeklerini sulamayalı... Belki de öldü çiçekler. Eski evimiz yıkıldığından beri, artık o mahalleyi bizim mahallemiz gibi göremiyorum. Zamanın bir vakti kayıp bir şehrin, kayıp mahallesinde gibiydik. Belki de biz yaşadık ve silindi o mahalle yeryüzünden. Diğer tüm kayıp mahalleler gibi.
O ev yıkılmadan bahçesinden biraz toprağıyla, çiçekleri alarak ne kadar iyi yaptım bilemiyorum. Onlar da alışamadı sanırım, tıpkı benim gibi. Başka bir şeye alışmak zor, bağımlılar için. Ben sana bağlıydım, mahallemize bağımlıydım, çiçeklere, bahçeye, evimize aittim. Yeni eşyalar uymadı, geçmiş zamanın içine, ben de uyamadım yeni zamana. Bocaladık, durduk hep. Yenilenmekten geri kalmazken, eskilerin hayalini kurduk, durduk. Durduğumuz yerde bekledik, birilerine güvendik, birilerinin gelip, gerçekten bir şeyleri değiştireceğine inandık. Gelmedi o birileri. Sen de gelmedin baba. Sen hayalimde yaşattığım kadar büyüktün, sen beni nasıl küçültüyorsan, ben de seni öyle büyütüyordum içimde.
Peki ya kırıklar?
Onlara ne olacak?
Her bir hayalimi kaydettim odamdaki defterimin içine, hepsini yeniden ezberlemeyi öğrettim kaleme ve kağıda. Son günlerde bir şey daha öğrettim defterime; affetmeyi. Kırıklarımın acısını unuttum, aslında unutmadım da onlarla yaşamaya alıştım. Alışınca insan bu acılara, acımadığı zaman, o acısını arıyor. Yani ben acıttıklarının müptelası oldum. Şimdi acımasa arıyorum acılarımı, nereye kaybolduklarını, hatta bazen o kadar arıyorum ki; gittiklerini zannediyorum. Belki de onlar, senden kalan tek hatıra. Onlara iyi bakmak zorundayım, yoksa seni unutacağım ve bunu hiç istemiyorum. Yoksa tamamen kimsesiz kalacağım yeryüzünde.
Kelimelerin anlamına değil, senin anlattığına inanırdım. Bu yüzden birçok kelimenin ne manaya geldiğini bilemedim. Bizim bildiğimiz başkaydı, asıl olan başka. Kelimelerle oynamayı bu yüzden seçtim. Senin bana bıraktığın kelimeleri, çeyiz sandığı gibi sakladım. Onlarla oynamaya, içimdeki çocuğu avutmak için başladım. Çünkü büyümeyecektim, sen öyle buyurmuştun. Ben de inanmıştım. İçimdeki çocuğun oyunlara ihtiyacı vardı ve bu dünyada her oyun sahtekârlıktan geçiyordu, bana en dürüst görünen kelimelerdi, onların manası yanlıştı, ama olsun. Sen bana konuşmayı yasakladıkça, ben kendime yazmayı öğrettim. Konuşamıyordum ama yazabiliyordum. Herkesin karşısında biraz dilsiz, herkese biraz inanmış ama aldanmamıştım. Varsın onlar öyle bilsin. Ben içimdeki doğrulardan bir dünya kurmuş, yaşıyordum. Üstelik artık, iyi ya da kötü olmayı o kadar da umursamıyordum. Soran herkese 'iyiyim' diyebilecek kadar iyiydim. Gerçekleri her zaman gizleyebilecek kadar maharetli, kelimelerle oyunlar oynayabilecek kadar becerikli.
İşte senin kızın!
Biliyorum hiç de böyle olmamı istemedin ama ben yine de böyle oldum. Öğrettiğin tüm her şeyi boşa çıkardığın için özür dilerim. Senin yalanlarına inanmış gibi yapıp, seni kandırdığım için de. Gizliden gizliye içimdeki o küçük kız çocuğunu büyütmeye çalıştığım için de... Kendimden başka bakıcım yoktu benim, böyle olması gerekiyordu. Çünkü dünya denilen şey sürekli değişiyordu ve ben bu değişkenlikte hep yalpalıyordum.
Böyle olmasını istemezdim, sana aslında sevgiden bahseden mektuplar karalamayı dilerdim. Dur bakalım, belki de olur, sonraki mektuplarımda. Kendimi inandırabilirsem, senin kadar kandırabilirsem kendimi... Çünkü büyüdüm ben, büyüdüm baba. Dünya küçük kalınabilecek bir yer değişmiş. Ya da senin zamanın gibi değil hiçbir şey. Bu yüzden büyüdüm, küçük olsaydım; henüz bunları yazamazdım.
Affettim seni
İnandırdığın her şey için de kandım sana.
Şimdi rüyalarımda rahat bırakmalısın beni artık, çünkü baş edemediğim bir şey daha var; adına özlem denilen. Sen nasıl biliyorsan öyle anla ama. Ben özlüyorum seni, tüm kırdıklarına ve acıttıklarına rağmen. Bu yüzden affettim seni.
Şehrin kayıp mahallesine sevgilerimle
Tüm kayıplara özlemle
Yedi haziran İki Bin On Üç 18 20