Başka Bir Dünya


   İnsanoğlu… Kâinattaki düşünen ve düşündüğünü bilen tek varlık. Eşref-i mahlukat… Yüce Mevla’nın bir amaç, yüce bir gaye uğruna yeryüzüne indirdiği; imtihana tabi tuttuğu ve yaşantısında yol aldığı çizgi için sorumlu tuttuğu irade sahibi varlık… Peki, bu eşsiz varlıklar olan biz insanlar; yaşadığımız bu dünyanın son/suz(?)/lu nimetleri, cömert tabiat ananın bize bahşettiği bin bir çeşit güzellikleri üzerine düşünüyor muyuz? Bütün nimetleri sırf insana bahşedilmiş düşüncesiyle har vurup harman savurduğumuzu; dünyanın havasını, suyunu, yeşilini, morunu açgözlü devler gibi kullandığımızı vicdanların gizli defterinden nasıl silip atacağız? Asra yemin olsun ki insanoğlu kâinat/doğa/çevre ile olan ilişkisinde de zarardadır. Ziyandadır. Düşünen varlık etrafında yok ettiği, yıprattığı, kirlettiği, tükettiği her nesne üzerine düşünmezse hüsrana uğrayacaktır.

   Ben Kastamonu Tosya ilçesinde yaşayıp düşünen varlıklardan biri. Bu metni yazmayı düşüneli düşündüm birçok düşünmediğimi kâinat ve çevrem üzerine. Çevre sorunlarımız üzerine. Sorunları sorun görmediğimizi, çevremizi ve doğayı temiz tutmak üzere geliştirip büyük büyük kelamlar ettiğimiz teorilerimizi… Hayata aktaramadığımız, süslü kompozisyon metinlerinde kalan çevre dostu yanlarımızı düşündüm. Evimizi temiz tutmaktaki gayretimizi sınıf ve iş yerlerimizde ortaya koymadığımızı düşündüm. Ortaklaşa paylaşınca birçok arkadaşımızla, sıraların altına çer çöp her şeyin atılabildiğini düşündüm. Sınıf için aidiyet duygumuzun sınav kâğıtları üzerine yazdığımız 10-D, 9-B, 5-C ibaresiyle kaldığını idrak ettim. Okul bahçemizde, her okulda bulunmayan büyük bir nimet saydığımız halı sahamızın etrafında eğer hademeler haftada bir, iki defa mıntıka temizliği yapmasa biz iradeli varlıklar ve eğitilerek kemale erdirilecek olan öğrenciler okulu ve çevresini ne hale getirir diye düşündüm ve hüsranla dolu acı kurgular tasarladı düşünen yanım. Yanlışları doğru kılacak şeyler üzerine düşünmeliyiz artık dedim ve sordum kendime, sesimi duyurabileceğim herkese. Bu yazımla ulaşabilecek tüm düşünenlere: “Hata nerede? Sorunumuz ne?”

   Akan dereden abdest alırken dahi suyu israf etme buyuran, bugün öleceğini bilsen dahi elindeki fidanı dikiver diye seslenen Hz. Muhammed Mustafa’nın ümmeti olan bizler herkesten daha fazla hassasiyet göstermemiz gerekirken bu tutarsızlıklar nedendir ey düşünürler? “Çimlere Basmayınız!” “Yerlere Çöp Atmayınız!” levhalarındaki bilgi iletilerini kalbe nasıl indireceğiz. Kalp diyorum, çünkü biz Müslümanlar bilgiyi akılla işletir kalbe mühürletiriz de öyle kullanırız. Saf katıksız akıl düşünen yanımızı robottan uzaklaştıramaz. Sevdiklerimizi kalbe yerleştiririz, düşüncelerimizi yüreğimizde ısıtırız. Kalpten duyar, okuruz. Ne hissiyatlı söz değil mi? Öyleyse çevremizi yıkıp dökerken, tabiatta acı izler bırakırken biz ve çevremiz hakkındaki mevcut durum yürekten hissetmediğimiz gerçeğini mi ortaya çıkıyor? Evet, bir şeyler ters gidiyor diye sesleniyor yüreğim. Ya beni, Arş-ı Âla’dan geniştir kulumun kalbi diyerek Allah’ın insanoğlunda işaret ettiği güzel mekanı, temiz tutamadın ya da benimle irtibatı kesip attın diyor kalbim. Geç diyor, geç, geç. Bana kağıt üzerinde kalan çevre sorunları nutukları atmaya kalkma diyor. Çevre dostu bilmen ne projelerini, hava kirliliğini, yeşili koruma peşindeki gür sesli nümayişleri geç diyor. İşin aslını gel kalbine-bana- sor, çiçeğe konan arıya sor. Nakış nakış örümceğe, meyve müjdeleyen çiçeğe sor. Sor ki anlatsın tabiat nedir, çevre nedir? Sor ki cevap versin çevre nasıl korunur.

   Biliyorum ki çevre kirliliği ve çevreyi koruma yöntemleri nedir diye bir soru ile muhatap olan ilkokulu bitirmiş her insan bunu bir sınav sorusu ciddiyetiyle öyle güzel cevaplıyor ki egzozdan girip parfümden çıkan, fabrikaları taşa tutup şehirleşmeyi insanlıktan uzaklaşmak sayan yüksek zümre edebiyatına kadar vardırıyorlar işi. Ben o kadar radikal değilim bu elzem meselede, ancak bahsettiğim kompozisyonlarda zikrettiklerimle çevreme dair eylemlerim arasında uçurumlar, zıtlıklar oluşmadığı için mutmainim. Cennet yurdumun pikniğe gittiğim herhangi bir köşesinden ayrılırken ardımda enkaz bırakmıyorum. Bana meyvesini sunan ağacın dalını, kolunu kırmıyorum. Nefsani yanım kristal meskenler, cam plazalar, ışıltılı mermerler granitler içinde boğulmak istiyor tüm zamane insanları gibi. Asansörlü bir binanın yirmi bilmem kaçıncı katında betonun ihtişamlı manzarasının sunacağı yaşam; bahçesi yaseminler ve menekşelerle bezenmiş; ıhlamuru, kirazı, ayvası baharda çiçeğe durmuş bir evden ne zamandan beri üstün tutuluyor bilinmez. Hiçbir sanat Yüceler Yücesi Hakk Teâla mislinde olamayacağı gibi insanın gökdelenlerin tepesine çıkartmaya çalıştığı yeşil de öyle eksik, öyle yarım kalıyor. İnanıyorum ki zamanla – ki örnekleri azımsanmayacak kadar çoğalmakta- zenginler plazalara değil ormanın sükûnetine, derenin şırıltısına, yeşilin gerçek tonuna teslim olma yarışına girecekler. Stresten uzak ömrüne ömür katan dedelerin sofrasındaki kuru ekmeğe ve soğana âşık olacaklar. Biraz felsefî olacak ama ‘zenginlik’ en az şeye muhtaç olmaktır düşüncesi gerçekten anlam kazanacak. Çünkü doğa insanın asla terk edemeyeceği bir mucize. Allah’ın bize bahşettiği, ancak kullanırken ölçülü ve düşünceli davranmamızı istediği en güzel, uçsuz bucaksız nimet. Parasının hesabını unutsa dahi insan unutulur mu ekmeğe can veren toprak? Ekmeğe yol olan buğday, buğdaya bire bin verdiren tarla, tohuma ol diyen Mevla unutulur mu? Hangi rızık var ki boğazımızdan geçsin de bunu bize toprak/tabiat vermesin?

   Son zamanlarda sosyal medyada birçok defa rastladığım ‘geleceğe dair insan-dünya’ videolarını istemsizce sonuna kadar izlemiş buluyorum kendimi. Her biri ürkütücü sonla biten bu videolarda ‘İnsan olmazsa dünyanın sonu ne olur?’ sorusu gerçekçi ve nedensellik ilişkileriyle ortaya konmuş kurgularla cevaplandırılmış. Başlangıçta insanoğlunun olmadığı, elini çektiği Dünya’da sarmaşıkların sımsıkı sarıp kapladığı gökdelen görüntüleri ve dolayısıyla şehirleri zapt eden doğa ve yeşil görünse de insanın çeşitli eylemleri ile gerekli ısı, toprak döngüsü gibi durumlar olmadığı için yavaş yavaş yeşilin de kuruyup yok olduğu, göllerin kuruduğu bir gelecek resmediliyor. Anlaşıldığı gibi doğa ile insan arasındaki ilişki sanıldığından çok daha karmaşık. Doğadan ayrı insan düşünemediğimiz gibi insan olmadan da doğanın kendini sonsuza dek doğal haliyle muhafaza edemediği, edemeyeceği gerçeğiyle yüzleşiyoruz. Kısaca diyebiliriz ki doğa ve doğanın yenilir içilir her türlü nimeti insanoğlunun bilinçle kullanacağı ellerine teslim edilmekle beraber doğanın da insana ihtiyacı söz konusudur. Bu dünyadan başka bir yaşam formu keşfetsek bile oksijene, suya, yer çekimli küreye olan bağlılığımız yüzünden keşfettiğimiz yaşam formunu kendimize uygun hale getirmek milyarlarca yıl alacak. Bunu ben değil ileri fizik profesörleri söylüyor. İşte işin özü, başı ve sonu bu: Yaşayabileceğimiz başka bir dünya yok. Bu âlem bizim için yaratılmış desek bile bilim bize şunu haykırıyor: İnsanoğlu sadece bu dünyada yaşayabilir. O halde gelin çevre temizliği, doğayı koruma, geleceğe temiz ve kullanılabilir yarınlar bırakma hususunda kitabi cümlelerin, kompozisyonları süsleyen satırları ötesine geçelim. İdrak edelim. Doğa ile olan dostluğumuzu kalbi sevgilere çevirelim. Çevirelim ki hava, su, çevre kirliliği gibi hayati önem arz eden meseleleri bireyde çözüme kavuşturalım. Bu sayede toplumlar barış, huzur ve mutluluk içinde yaşasın. Ne kanser can alsın ne de canlar kanser saçsın dünyaya. Ağaçları kesip yaptığımız kâğıtlara ağaçları kesmeyin yazmak kadar paradoks oluşturan doğa insan ilişkisinde ağaçlar olmazsa yok oluruz gibi söylemlerdense yarınlarımızı, sağlığımızı; dünyayı bizim kadar yeşil bulmaya, göğü mayi, suyu duru bulmaya hakkı olan yarının çocuklarını düşünerek yaşamalıyız.

   Yeşilay Haftası Münasebetiyle

01 Nisan 2021 7-8 dakika 1 denemesi var.
Beğenenler (4)
Yorumlar (5)
  • 3 yıl önce

    Günün yazısı seçilen bu deneme için tüm üyelere teşekkür ederim. Işteyim ki tüm insanlık çevre bilincini en üst seviyelere taşıyıp kırmadan,dökmeden yok etmeden yaşasın.

  • 3 yıl önce

    Gün be gün katlettiğimiz doğa ölüyor ve bizi de öldürüyor sebebi insan ne üzücü ,gelecek nesillere taş yığını kalacak dileğimiz o ki bir an evvel bu katliamdan vazgeçilsin , anlamlı yazı için teşekkür ederiz Murat bey

  • 3 yıl önce

    Böyle bir yazı kaleme aldığın için genç arkadaşımı yürekten kutluyorum. Londra Hayvanat Bahçesinde bir dolu hayvan sergilenir ve orada bir de ayna vardır, aynanın üstünde parmaklık gibi çizgiler, altında şu yazar ''Dünyanın ne vahşi yaratığını görmektesiniz.'' kendisidir O yaratık, insan. Bizim kadar tabiata zarar veren başka bir canlı yok, bundan sonrada olmaz. Kendi eliyle kendini ateşe atıyor, atom silahları yapıyor durmadan ve bunları Hiroşima da canlılar üzerinde denedi, şimdilerde de çöllerde denizlerde deniyor. Doğayı kirleten ne bir hayvan ne bir bitki bizzat insan. Hayvanlar yaşamak için öldürürken, insan adeta yaşamak için hemcinslerini öldürüyor yok ediyor. Oysaki insan ömrü çok kısa, farkına varamadı daha insanoğlu bunun. Bir Kızılderili atasözü ile cümlelerimizi noktalayalım. ''Beyaz adamın kurduğu kentlerde huzur ve barış yoktur. Bu kentlerde bir çiçeğin taç yapraklarını açarken çıkardığı tatlı sesler ve bir kelebeğin kanat çırpınışları duyulamaz. Beyaz adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu, son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde anlayacak.'' Kutluyorum yürekten Murat kardeşimizi örnek bir yazıydı...