Başka Zamanların Külleri
Bir dilekle üflenen toz bulutu, sisi saran hava ve uzak diyarların ardında açılır berrak bir rüya.
Kısacık zamanın içinde. Doğrulur insan ve saniyelere sığınır bakışlar.
Yaşantı dökülür kirpiğinin ucundan eski bir gülümseme dudağının ucunda.
O küçük anda sınırsız hapsoluşları ne çok özler insan..
***
Çayın demlikteki çığlığı içeri doluşan buhar, yanan odunların çıtırtısı
Sıcacık bir oda ve samimi dakikalar...
İliklerime kadar çocuktum...
Dese ki o an biri, büyüyorsun ve hızla geçip gidiyor her şey. İnanmazdım! Öyle büyüktü ki içinde durduğum zaman. Minnacık bir damlaydı varlığım ve sınırsız büyüklükteydi görebildiğim pek çok şey.
Bir bilge kaybolmuştu.
Ne yolda, ne yaşantının ortasında izi yoktu hala. İlahi bir travma yaratmanın ötesinde hiçliğe dokunuyordu elim. Gerisi ise teferruattan arta kalan.
Dilim döndüğünce anlatmaya çalışıyordum ve kimse duymuyordu. Kapılarda ağır kilitler mevsimde sonbaharı aşan bir hüzün.
Kristal yalanlara, en pahalı tuzaklara ve maddenin görkemli algısına takılmıştı insanlar.
Donuyordu bakışlar...
Gidenleri sevmezdin nedense gelenlere övgüler yağdırırdın.
Bir rüyaydı belki ancak seni özledim büyük anne.
Dokunduğum albüm sayfalarında sararmış resimler. Gözümden bir kaç damlanın düşmesine neden oluyor elimde duran fotoğraflar.
Büyük bir özlem büyük anne düne yollanan...
Sonsuzluğun içinde, hayatın akışında yitip giden bakışlar, sığındığım baktığım ve göremediğim onlarca kare...
Umut etmek ne demekti büyük anne?
Acılar sökün ettiğinde daha küçücük bir çocukken kıyılarıma ve dağıldığımda yerlere.
Dedin ki ufak rol olmaz hepimiz aynı sahnede önemli oyuncularız Mia rolün küçük de olsa çok iyi oynamalısın. Anlamamıştım çocukken. Şimdi anlayabiliyorum ne demeye çalıştığını.
Hayatın getirdiklerine tutunurken onlarla savrulmak değil; onların içinden geçe bilmekmiş bir kurbanı ağırlamadan bedeninde. Dün dünde kalmalı ve yarın beklentiyle kuşatılma malıymış. öğreniyorum hala...
Reklam panosundan göz kırpan neon ışıklar gibiydi başka zamana ait küller.
Feri sönmüş bir yıldızı kim umursardı ki?
İşte! Umursuyordum bir fotoğrafın önünde. Belki de çocuk gözlerimin gördüğü dünyamın ilk görkemli yıldızıydın.
Yıllar geçtikçe pusların arasında soluyorsun, gittikçe uzaklaşıyor gölgen.
Büyüdükçe ben, her şey daha da küçüldü. Artık istesem de asla büyümüyor bazı şeyler.
Bu tezatı sevmediğimi bilirsin.
Ağlama tamam! Demiştin. Ömrünün çoğunu yitirmiş yaşlı biri gibi ölmeyeceğim daha...
Saçlarında ki beyazları şapkana hapset ve yaşlanma, daha yaşlanma! diye ağlamıştım.
Ne çok zaman önceydi büyük anne...
Kocaman yüreğinin en şefkatli yerinde var oldu çocuk yanım.
İçerlediğim her şeyde bana yeni bir oyun öğrettin tam aksine bak ve diğer şeklini düşün diye.
Söylediğin her sözü çok sevdim. Pişirdiğin yemekleri de öyle. Ama en güzeli belki de beğenmediğim yemek olduğunda gizlice yaptığın tere yağında kızarmış ve sıcak şerbete atılmış ekmekti. Şımartılmak ne güzel şeydi büyük anne.
Bana her gece anlattığın eşi benzeri olmayan uyduruk masalların içinde ne mutluydum. Sınırsız bir dünyanın kapılarını araladın ömrüme.
Avutmak için elindeki mendilden aniden dürüp çıkarı verdiğin tavşanlarına da hayrandım.
Seni çok sevdim büyük anne bir çocuğun masumiyetiyle, duyguların en saf haliyle sevdim seni.
Çoğu kereler kızarken birilerine ve çekinirken anne ve babamdan, ayaklarıma dolanan çocukluğumla, acemi ergenliğimle sevdim seni.
En güzel resimleri çizdiğin için, en güzel hikayelere inanmanın yolunu öğrettiğin için bana, sevdim hayranlıkla...
Sonra sadece rüyalarımda avutur oldun.
Gökyüzüne baktığımda sönmüş tek bir yıldız yoktu yerinde...
Sende yoktun...
Ve sanırım hiç o kadar karanlık olmamıştı gökyüzü. Ergen sancısıyla çatışan ve kayan çocukluğun hüznü.
Dağılmış zamanın perdesi. Örtünün altından çıkmak ve hayata karışmak ne güzel!
Her yeniliğe alışmak zamanın içinde.
Dün yaşantının ortasında ve bütün vedalar uzaktı.
Şimdi ufkun çizgisinde bile görünmüyorsun.
--- Dokunaklı dokunaklı konuşma derdin!
Bak! Gerçekten ağlamıyorum ve gerçekten artık yaramazlıkta yapmıyorum.
Hem her şeyin üzerinden atladım büyük bir sükunetle. O kadarını yapabileceğimi bilmezken
pek çok şeyi aştım büyük anne.
Şimdi nereye gitmem gerektiğini ve ne yapmam gerektiğini hala çok iyi bilmiyorum fakat bu beni eskisi kadar korkutmuyor.
Duyuyor musun büyük anne?
Yarının ne getireceğini yine bilmiyorum ancak ilerlemek için adım atmanın gerekliliğini biliyorum. Dünde kalanların hepsini bağışladım bütün şefkat ve içtenliğimle.
Her geleni tevekkülle karşılamayı en çok senden öğrendim. Annem kadar, babam kadar büyümem de katkın olduğu gerçekti büyük anne.
Saçların geliyor aklıma, gümüş renkli saçlar ve siyah şapkayla anımsadığım bir büyük hayal....
Koltuğunun altında dinlediğim masallar, bir devrin sonu, diğer bir devrin başıydı büyük anne.
Zaman ne güçlüymüş ne naif bir asaletle sarmaladı hepimizi ve ne güzelliklerle
rol yapıyoruz burada.
Yüzün gölgelere karışıyor. Uzaklarda soluk bir sima şimdi gülümseyen,
Avuçlarımda duran bir parça anının içinden, martıların kanadından, uçurtmaların kuyruğundan ve bulutların arasından mavi bir yıldırımın içinde doğruluyor sun. El sallıyorum sabah ayazına sarılıp bulutların üzerinden sana. Sislerin içinde görüntün soluklaşırken, ben doğruluyorum yatağımın içinde...
Ne güzeldin rüyada sevgiler büyük anne
Günaydın hayat!
Büyük annemin anısına...
Bodrum/Şubat/2014
Çocukluğunda bir takım yaşanmışlıkları coşku ile anımsayabilmek ne kadar güzel. İstesek de dönemeyiz o günlere belki ama anılarımıza da taptaze olarak yaşatırız. Çocuk gözüyle dünyaya bakabilmek herkesin de başaramadığı bir olgu. Güzel bir deneme kutlarım içtenlikle Maide hanım...👍