Baskının Toplumsal Anatomisine Bir Bakış
Bedensel acılarım..beni ne çok aşağı çekiyorsunuz. Biliyorum bunu; konforlu bir yaşamda zihin durağanlaşmasına uğratmamak için yapıyorsunuz ama ben ona hiçbir zaman ulaşamayacağım ki.
Haklı çıkmak için;
Sizin ikna edici sözünüz yoksa ikna edici saldırganlığınız var demektir. Bu saldırganlığınız, herhangi bir konuyla ilgili olabileceği gibi saklamanız gereken, saklanmasına inandığınız bir sır ile ilgili de olabilir. Kaldı ki bu saldırganlığınıza karşı maruz kalanları koruyabilecek, yazılı ya da sözlü kurallarla garanti altına alınmış insanlara yapıyorsunuz. Bu, aynı zamanda garantiyi “hiç”e saymak durumudur. Hele ki bu saldırgan baskıcılığınızda bu süre içerisinde size ulaşılamaz, dokunulamaz, bir şey yapılamaz durumda iseniz saldırganlığınızın dozu da o ölçüde artar ve daha da baskıcı olursunuz. Üzerini kapattığınız bu temel düşüncelerin uygulama bulması yer ve zamana bağlıdır. Ve siz bunları öğrendiğiniz modernitenin unsurlarıyla kapatıyorsunuz. Bu yapay bir düşüncedir, sizde orijinlik oluşturmaz.
Baskılama baskı altına alma, ezme ya da yapay entelektüel endüstrisinin pompaladığı gibi gagamızı tek seferlik açar gibi “mobbing” uygulama diyelim. Üst, altın hak gaspına yol açan bu durumdan kendi rahatlama refleksinin sürebilmesi için, rahatsız bile olmaz. Bu, basit bir küslükten sistemli cezalandırmaya kadar geniş bir yelpazesi vardır.
Metafiziki bir güçle de birleştiği zaman bu baskı farklı haller alır, toplumsal kaderler çizer…
O övünülen modern toplumun, yeri geldiğinde ne kadar kolayca gözden çıkarılabileceğine bir işarettir bu. Gerek devlet kapısında memurlar, sermaye gölgesindeki işçiler, kitle örgütlerinde üyeler, hatta iyilik hareketlerinde gönüllüler dahi buna maruz kalırlar…hele hele sizin adınıza iyilik örgütü gibi duran esasında baskı merkezinden, finanse edilmiş yapılarda baskı çok yumuşak göründüğü için bireyde minnet duygusu dahi oluşturur.
Açık ya da kapalı toplum olmuşsunuz fark etmez… ya da kimi neyi seçtiğinizin hiç önemi yoktur.
Toplum olup düşünme ve tanıyabilme…yan yana oturma, umutlar kurma, konfor ve rahatı düşleme ekonomik ve politik sığıntılıkla gelecek kaygısını azaltma bu uğurda kutuplaşma, birleşme, iyi meslekler edinme, içinde bulunduğundan farklılaşma yani ne olursanız olun hiçbir şey değişmez.
Çok iddialı gibi dursa da analitik düşünce bile dayatma bir eğitimsel biçilmiş kaderdir, toplum ve insanın geleceği için son derece bilinçli, sistemli bir baskı ve cezalandırmadır. Ya da en azından sömürme sisteminin insanlarla oynamasıdır. Sizi bataklık üreten, hastalık ya da yaşamsal tehdit içeren, mikrobik saldırıya maruz bırakan, bu maruz bırakılmada argüman çeşitliliğinin bir hayli fazla olması vs. karşı karşıya getirip, sonra çıkış yolu gösterme çabalarında olmaları bilimin iyiliğinden değil insani kötülükten kaynaklanır. Oysa sentezci bir bilgi anlayışıyla bütünü görmek tüm bunlara direnmek, köleleşmemek, modernize olmamak anlamını taşır.
Konudan daha fazla uzaklaşmamak için bu kadarını yeterli görüyoruz…
İnsanlar,hiç te kendi tasarımı olan içsel melekleşmeye eğimli değillerdir, hümanizm ya da sevap işleme duygusal bir aldatmaca, ruhun yanılsatan iyilik satma gösterisidir, her ne kadar duygusallığımız öyle istese de yararcı yapımız buna engel olur, baskıcı yönümüzü ortaya çıkarır. Bunun tersi durumunda yani saldırganlık ve baskının merkezinde zorda iken metafiziki umutlar besleyerek kısaca “zordaki insan Tanrı’yı görür.” Ve diğer insanlarda Tanrı’nın tasarladığı melek olma durumunu umut ve hayal eder.
Gücün giysisi değişir ama etkisi değişmez…gerçek güç sahipleri; yalancılık, hile ve aldatma yüklü ama güven uyandırıcı siyasi iktidar ve manevi otoriteleri her zaman kullanır ki, onlarda bu kullanılmaya çok müsaitlerdir, bunlarda kendi güçlerinin saldırganlık ve baskılarını bu kullanılmaktan almalarıdır. Gerçek güç sahipleri ise baskı ve saldırganlıklarını, çok ciddiye almadıkları değerli bile görmedikleri bunlar aracılığıyla yaptıkları gibi bilim ve edebiyat yoluyla zeka ve düşünce sahiplerini de kullanırlar.
Gerçekte halkın özgürlüğünden söz edilemez, kendi yazgısını yazamayanlar özgür olmazlar, özgürlük dahi konuşamazlar ama bireyin özgürlüğünden söz edilebilir. Bu kendi distopik toplumundan ütopyasını üreterek yalıtılmış kişilikle değil savaşçı ruhla olur…
Her şeyin geçici olduğu, yanılsama mı gerçek mi tartışmalı olduğu, var mıyız yok muyuz, Tanrı çelişkili olarak sahipli miyiz sahipsiz miyiz…uzayıp giden bilinememezlik soru zinciri içerisinde olan insan, peki bunu neden yapar?
Sıkmayalım bunaltmayalım kafa karıştırmayalım…
Düşündürtmeyelim burada bırakalım.
Bedenimizin acısından kurtulabilirsek gözlerimizde, estetik zekamıza hizmet edecek, keyif üretecek olgulara erişmek için kanallar açalım.
Üstadım, sakinleştiniz mi, arkadaşlar sordu, görüşüyor musun diye, yok dedim ne görüşeyim ya hu. sonra düşündüm, ne olmuştu ya hu... Kim neye niçin neden nasıl öfkelenmişti.. Kusura bakmayın, dünya dönmeye devam ediyor ve durdurmaya imkan yok. Yazılarınız her zaman manidardır, bu da öyle.. Bireyden yola çıkıp sisteme, sistemin içindekilere göndermeler sezdim. Lakin alıcı var mı bilemiyorum. çünkü kapalıdır kulaklar, kördür gözler.. Hani bir söz vardır, bir mıh bir atı, bir at bir askeri... diye uzayıp gider, bunun bir benzeri de, kumsala vurmuş deniz yıldızlarını tutup yeniden denize atmak olarak anlatılır.
orijinal üslubunuzdan daha alacaklarımız olmalı lakin reseptörler küflendi epey. af buyurunuz ne dediniz, elbette zehra teyzenin imanı kuvvetlidir, hüseyin amca bildiğiniz gibi göğe bakar ara sıra, bekler vadesini.. teyzelerden amcalardan ziyade efendim, sarı inek hastalandı, kara öküz de artık iş görmez oldu, kurbana versek alıcı yok çok pahalı diyorlar. türkü yakmak lazım en iyisinden, ruha iyi geliyor...
insanlar küskünlüğü nasıl anlıyorlar, nasıl yaşıyorlar, bilinmez elbet. kiminin sözleri acı olsa da koymaz hani, kimisi pamuk söylese de içindeki çelik bellidir. bir ara çok kullanırdık, eksik olma, aksi olma, hep ol deyü...
oysa hep sonucu bellidir ideallerin. yalnız kalırsın ve bir tepeden bozkırı izlersin bir ağacın gölgesinde. ne söyleyeceğimizin de pek önemi yoktur hani, nasıl söylemek gerektiğini bilemeyiz. büyüklük dedikleri tanrının mıdır bilemem, küçüklüğü ne ile kıyaslamalıyız ondan da emin değiliz. lakin öğrendik ki, alnı açık olanların başını vurması için çok taş varmış bu alemde. taşınız mı olalım, keliniz mi bilemedim şahsen.
içinizden gelmiyorsa cevap vermeyin, taşlamak isterseniz diye başımızı kelleştirdik.. gabak gibi gözüksün diye.. lüzumsuz espriler de yapamıyorum, zaten anlamam komediden, lakin bilirim bu alem komediden başka nedir ki, bir dram bir komedi karışımı...
ayağınıza çakıl taşı değmesin isterim. nice güzel günlere