Başlıksız
Kavuşupta ölebilen bi bizi gördüm sinema dünyasında, ölünesi birşey bulmaya mı çalıştığımzdan belki, sevgi derinliği bazen, uzunluk ve miktar sıfatı ... o ''ölümüne'' , ''ölene kadar''dır...
''yeni bi sayfa açmak'' mecazı kadar klişe bir ölümle burun burunayız arkadaşlar ,
ölüm diye diye iç karartmaya luzum yok, ''hepimizin sonu o'' diye klasikleşmicem çünkü..
''çok yedim çok ağladım'' tarzındayız biraz, ilk görüşte bir felek sillesi yemiş edalarımız vardır.. şu hayat boyu daha yiyeceklerimizin üstüne soda içmiş bakışları birde.. hepsini bir kenara koyalım desemde,
içinde bulunduğumuz dünyanın aslında bilmemkaç-gen olduğunu anlarsnız heralde..
''neden yazmış bunu'' diyebilirsiniz tabi, ağzınızı büzmeyi aklımdan bile geçirmicem, torbaya benzesenizde...
yukarıda ''yazar'' yazdığına bakmayın onuda ben yazdım birinci tekil şahıs olarak zaten..
soy, diye birşey vardır bizim dilimizde, anlamı derin mi derin olan..
soy, sopun kardeşidir biraz.
soyu olan sanat için bile soyunmaz..
bir tekerleme kadar aklımzda kalmadığı doğru dinlediğimiz hiçbirşeyin..
beyniniz biraz dağıldıysa asıl konumuz olan ''asılsızlığa'' geçebiliriz..
geçiştirebildiğimiz ''yapabileceklerim'' listesine üye işleri hiç kaybetmediğimiz bir dünyadayızdır..
bugün yapılabilen , hazırlanılıp yapılması kesinleştirilebilir olan işler..
herşeyin zor ismi olan ''iş '' adını verdim onlara bu yüzden,
asılsız ve sadece düşüncede kalsalarda çoğunlukla, işimiz hep başımızdan aşkıni uykumuzda bile..
kalkın namaz kılında demicem size, öğüt vermek isterdim aslında ama,
yapmadıklarımın yapılmasını istemenin saçma olduğunu düşünenler partisine oy verenlerdenim...
velhasıl kaybedemediğimiz değerlerimizde denebilir bunlara.. ben tek kaybedilen olduğunu gördüm hayatımda,
ZAMAN, hemen gazete adı olarak algılamayın.. gazetede okumam fazla.
bir şeylerin akıp gittiği falan filan feşmekan bunları zaten biliyorsunuz, lakin dikkat çekmek istediğim nokta bu .(nokta)
birşeyleri elde etmenin kolaylığı güven kazandırıyor insana buda bi gerçek.. zor olan elde tutabilmek birazda...
''buda'' bi gerçek, en azından heykeline tapılabiliyor...
kuşu nasıl tutarsan öyle tut derler ya ne sıkıp öldür, ne gevşet kaçır gibsinden, hep bi denge var, hep bi orta nokta..
dünyanın bile ortası var dediler beyler, dağılmanın sırası değil..
belkide sırası dünyada 7 milyar orta olduğunu anlamanın,
bu adam ne diyor acaba diyip bu yazının burasına kadar okumakta bi meziyet, bir övgü aldın bile benden.. neyse..
asılda asılsızlık bi nevi medeniyeti , kadın erkek eşitliğini doğar doğmaz kabul etmek gibi bir şey,
yani açıklanası şeyler değil, sevgi gibi, zoraki yaşanması gereken ama açıklanması için başka kavramlara ihtiyaç duyulan birşey..
bu şey, 'şey' dir aslında yıllarca kullandığımız 'şey'.. akla ceyran eden ilk kelimeyle doldurulan boşluk ...
asılsız ama anlamlı, dayanağı sadece akıl, idrakı zor olan her şeyi aşkın üstüne atmakta cabası tabi..
ve sonunda dayandığımız tek nokta aşk , öğrencinin düşmanı, zenginin silahı, fakirin parası, kısaca herşeyi etkilediği söylenen olgu.. buna 3 şahıs bakış açısıyla bakmak en hayırlısı sanırım, heleki birşeyler başarmak zorundaysan, uzak durulası bir veba gibi gösterdiğim bu şey , aslında sensin ...
büyük bir aşkla yaşıyorsan hayatını, kapıların açılması içten bile değil,
biz tembel insanlar olarak kendimize yaptığımız işkencenin sorumlusuyz,
yürümemiz gerek koşmasakta,
bir şeyler için başlamalıyız,
bulmamız gerek ölünesi birşeyler..
buda gelir buda geçer diyerek ilahiler yazmalıyız 'buda'ya , aslında birazda saçmalamalıyız,
iyi örnek gibi ,
bazen yalanımıza inanmalıyız,
her yalanın aslında olmak istediğimiz yer olduğunu bilmek gibi,
tek bir cümle bile atlamadan okuyabilmek gibi meziyetli kalmalıyız bazen,
arzu tutku heycan hepsini düşünerek yaşanmadığı gibi .
çoktan seçmeli olmayan bi sınavdaysak eğer, bilmek için çok gezip çok okumamalıyız belki..
çok yaşamalıyız sevgili..
hapşurduğumda ardından dediğimiz gibi...
bu soruyu bilirsen cennete gideceksin sevgili,
bak hayatımı anlattım sana,
bu cümleler, anlamlı bir makale oluşturmak için nasıl sıraya dizilmeli...?
herşeyin yaşandığı yerde bittiğini düşünüyorsan hala,
kendisine ''aynı konuları dersanede görücem'' telkini gibi bir öğrencinin..
ne diyor iç sesimiz bak... ''göreceksin''
dağlarımız yeşermesede.. göreceksin...
''ölene kadar'' aynı acının az pişmişini, çok pişmişini, soslusunu.. tadacaksın...
işte bu bir ''öğüt'' olabilir...
deneyip görelim demekten başka ne kalır ,
farkına varacaksın sevgili... sen kötü anıları ''bir kenara koyarken'' içinde,
aynı renkler hep farklı köşelerde.. kısacası sende öleceksin demiyimde..
yanacaksın sevgili... kendi ''dünyanın ortasında''... ''soysuz'' kalacaksın sevgili...
Osman Eroğlu..