Beklemeye Mersiye / Nihalin Hayatından Kesitler 3

?'Hiç gelmeseydi o gün'' diye geçirdi içinden.

Elinde bir zarfla yatağına uzanırken, sıkı sıkı sarıldı yastığına. O çok sevdiği ve hayallerini emanet ettiği tavan bile dayanamayıp yıkılmıştı sanki. Bu yüzden, gözleri tavandan düşmüştü artık. Yere bakıyordu, nedensiz. İçinden gelen kırılma sesleri, beyninde uğulduyordu. Basmakalıp kelimelere ifrit olsa bile, duydukları içinde yol açma derdine düşmüş ameleler gibi, delik deşik etmişti yüreğini. Anlamaya çalışıyor ama bir türlü, anlayamıyordu.

?' Beni anlamayana, ben neyi nasıl anlatabilirim ki...'' Dedi yutkunarak.

Can havliyle çırpındıkça, sanki boğazına el yapışmış gibi, nefes almakta güçlük çekiyordu. Sigara üstüne sigara yakıyordu. Küçük tüpünü yanı başına koymuş, ısıtıp ısıtıp içiyordu çayını. Bir odadan ibaret evi, kah daralıyor, içine sığmaz oluyordu, kah bollaşıyor, kaybolan benliğiyle kendini arıyordu.

?' Sayfalar arasında işlediğim gözyaşlarımı boyama şansım olsaydı keşke.'' dedi.

?'Sanırım içlerinde en fazla yer işgal eden mavi olurdu.'' diye geçirdi içinden.

Denize aşıktı. Onunla dertleşmek en büyük zevkiydi. Ne çok şey yaşamıştı oysa. Şimdi bu debelenişler, bu çırpınışlar ve bu hıçkırıklar zamansız düşen kar gibi acıtıyordu canını. En sevdiği hüzne bile düşmandı adeta. Umutların yerinde yeller esiyordu. Dibe vurmuştu sanki. Uzun uzun baktı denize. Derin bir nefes aldı. Dalgaların arasında bir şey arar gibi, dikkat kesildi bakışları. Mavi ile beyazın dansında saklıyordu sanki, başlangıç ve bitişini. Elindeki zarf onun bir adım attığında biten yaşamlar gibi, suyla gelen uçurumdan postalanmıştı.

?' Bunca zaman kendimi mi kandırdım ben?'' dedi.

Günlerdir yemediği yemek bile düşman görünüyordu gözüne. Zorunluluktan içtiği çay ve su diken olup çıkmıştı. Yutkundukça bir şeyler boğazını yırttığı kadar, boğazına düğümleniyordu. Kaygısız mı olmalıydı ya da ne bileyim merak etmemeli miydi? Allah, Muhammed aşkına yalvarmalarını ötelemeli, umurunun kapsama alanı dışına mı çıkarmalıydı? Belirsizliğin karabasanlarında ölmeden ölümü görmekten beter duyguları, hiçe mi saymalıydı? Bir zarfa baktı, bir de titreyen ellerinden kayıp giden iki kilit bir anahtara.

Avazı çıktığı kadar bağırmak istiyordu. Susmamalıydı. Bağırıp çağırmalı, mini minnacık umut ışığı adına, elinden geleni ardına koymamalıydı ama ne yazık ki olmuyordu işte. Sadece susuyor. Sadece ağlıyor. Sadece düşünüyor. Sadece bekliyordu. Bir günün tahammülsüz anları geçtikçe gözünün önünden ve haykıran ses çınladıkça kulağında, daha da büyüyordu acısı. Çünkü: o günlere esir edilmişti. Günlerle sınırlanmış, geçiş hakkı hiçe sayılmış, delirten günlerle cebelleşmişti.

?' En doğal hakkım değil miydi?'' dedi.

Çektiği acı, onu burnundan solutuyordu. Zira, içindeki yangın kulaklarından fışkırırcasına yakıyordu genzini. Dumanında boğulmak istercesine derin bir nefes çekti sigarasından. Aklından geçenlere yüreği tahammül edemiyordu. Bu girift durum onu huysuzlaştırıyor, anlamsız şeyler yapıyordu. Birden fırladı yattığı yerden. Hızla pencere önüne geldi. Evin önündeki çam ağacının dalına konan on bir kuşu bir hışımla uçurdu dallardan.

?' Gidin. Siz de gidin. Sizde beni böyle habersiz, çaresiz ve yalnız bırakın.'' diye bağırdı.

Uzun süre bekledi pencere önünde. Zaman bile arsız arsız duruyordu karşısında. Anlar devleşmişti. Tekrar elindeki zarfa baktı. Açmaya korkuyor gibiydi. Döndü ve hızla yatağının yanına geldi. Öfkeyle fırlattı yastığını. Kendini kontrol edemiyor, önüne gelen eşyayı devirip, eline geçenleri sağa sola fırlatıyordu. Dizlerinin üzerine çöktü. Dakikalarca ağladı. Gözlerini silerken doğruldu. Tekrar pencere önüne gelip beklemeye başladı. Bir şey eksikti ama ne? Kuşlar!!! Kuşlar yoktu.

?' Gittiler işte. Şimdi mutlu musun?'' dedi kendi kendine.

Evet gitmişlerdi. Sesleri çıkmadığına göre, yeni bir ağaçları vardı artık. Pencereden eğilip, sağa sola baktı ama nafile. Görünürde yoktular. Pencereyi kapatıp, kendine bir çimdik attı. Yaşadıklarından sonra, bu acı devede kulak bile olamıyor ve hissetmiyordu. Uyuşmuş gibiydi. Ne mecali kalmıştı, ne de zarfı açmaya cesareti. Zorluklarla dolu hayatında hiç bu denli çaresiz kaldığını hatırlamıyordu. Döndü bir odasına baktı bir de çam ağacına. Her şey darmadağın, her şey ne kadar suskundu. Günlerden sonra gelen bu zarfı açmalıydı. Korkuyordu. İçinden çıkan bir şekilde canını yakacaktı hissediyordu. Yatağına doğru yürüyüp kenarına ilişti. Ne olursa olsun bu zarfı açmalıydı. İçinde bir umut doğar beklentisi vardı. Derin bir nefes alıp, sigarasını kül tablasında söndürdü.

?' Korkunun ecele faydası yok. ?' dedi, titrek bir sesle.

Tüm cesareti ve gücünü toplayarak açtı zarfı. Kartvizit boyutunda bir kağıt vardı. Gözlerini kapatarak onu aldı. Oturduğu yerden kalkarak, tekrar pencere kenarına gitti. Çam ağacına baktı. Kuşlar hala yoktu. Pencereden güç almak ister gibi, pervaza yaslandı. Kağıda baktı. Dokunamadığı tene okşar gibi, tutamadığı eli tutuyormuş gibi, sıkı sıkı tutuyordu kağıdı. Birleştirdiği iki elinin arasındaki kağıdı, yüreğinin üzerine getirip, döşüne bastırdı.

?' Ne olur iyi bir haber veya söz olsun. Dua et yüreğim.'' dedi, kısık bir sesle.

Ürkek bir ceylan gibi titriyordu. Sanki, etrafında birileri varmış gibi, sağına soluna bakıyor, tutunacak dal arıyordu. Böyle olmamalıydı. Hani, ne olursa olsun ona haber verilecekti? Günlerdir yaşadığı ızdırap ruhunu ele geçirmiş, adeta işkence ediyor, sorguluyor yargılıyordu. Yok, böyle olmayacaktı. Daha fazla beklememeliydi. Avuçlarını bir kuşu azat eder gibi açtı ve kağıda baktı.

Sadece ve sadece:

?' Geç bunları.'' Yazıyordu.

Bunca acıyla karışık, suskun bekleyişlerin çaresizlik kokteylinin karşılığı bu mu olmalıydı sizce?

HÜZÜN ŞAİRİ: N Y

18 Aralık 2012 5-6 dakika 19 denemesi var.
Beğenenler (1)
Yorumlar