Ben Her Temmuz'da Terk Edilirim

Aslında hep terk edilirim de, nedense en çok Temmuz da belirir terk edilişlerim. Yeni terk edilmiş gibi olurum. Zaman kavramı olmaz bu yalnızlık denen yolculukta, tek başınalık bir çığ gibi git gide büyür ve kendini hiç unutturmaz. Böylece her terk edilişim Temmuz'da biraz daha gün yüzüne çıkar. Gelen yeni mevsimle birlikte, sanki mutlu olmamam gerekirmiş gibi dikilir asık suratıyla karşıma. Gözlerimin önünde büyür çığlıkları, susmaz yalnızlığım hep o terk edilişimi vurur yüzüme, üstelik daha önce hiç de kullanılmamış gibi, yepyeni...

Ne zaman gülümsemeye kalksam, asılı kalır gülüşlerim tam da elmacık kemiğimin üzerinde. Hak etmemişim gibi hissederim gülmeyi, öyle ya kim buraya gülmeye gelmiş. Kim gülerken gitmiş? Ya da kim gülmekten ölmüş.

Tam gülerken, elmacık kemiklerim gerilir acıyla, gülmemem gerektiğini fısıldar içimdeki şeytan kulaklarıma. Kulaklarım çınlar hep, uğuldar, sussun, sussun isterim içimdeki ses, susmaz. Onunla birlikte bağırmaya başlarım. Hangimizin sesi daha çok çıkar bilemem. Bilemiyorum hangimizin sesini daha çok duyarsın, duyabilir misin? onu da bilmiyorum.

'Ben yeni terk edilmedim' derim içimden, 'ben eski, çok eski terk edildim' derim dinlemez içimdeki ses. Her zaman o kadar çok hatırlattı ki bana terk edilişimi, hiç eskitemedim içimde. Hep yeni kaldı acılarım ve kabuk bağlamadı bu gidiş. Tam bağlayacakken bir şey oldu, mesela bir şarkı çarptı yüzüme, bir şiir, bir söz. Yine kanadı, durmadan kanadı. Kan kaybından değil de, terk edilmekten öleceğim ben.

Belki de güneş bu kadar tepede olduğu için bu kadar yalnız kalıyorum.
Bu kadar aydınlattığı için güneş; böyle vuruyor yüzüme içimdeki ses, yalnızlığımı...

Ve daha çok bağırıyor ne olduğu, nereden geldiği belirsiz ses, hiç susmayacak gibi. Yaz olduğu için mi böyle oldu? Bu kadar belirgin bu acılar, bu gidişler...
Adım attığım her yerde, senin gittiğinin ayak izleri, önüme çıkan her sokak, gidişinin çıkmaz sokağı ve ben sokak ortasında kaldım, yapayalnız!

Temmuz'da bir başka oluyor demek terk edilmeler, bir başka çarpıyor insanın yüzüne bu sıcaklık, bir başka acıtıyor bu ıslaklık yüzümü. Gözyaşlarımın ıslattığı yüzüm acıyor ama yaşlardan değil, yaşlanmaktan hiç değil, sensizlikten, yüzüm göğsüne değmediği için acıyor. Yüzüm sensizlikten sızlıyor.

Dün gibi yaşıyorum gidişini, dün gibi!

Şimdi ben nasıl eski terk edildim derim?
Hem terk edilmenin eskisi, yenisi mi olur?

Terk edildim işte!
Temmuz'da,
Mayıs'da,
Haziran'da,
Ocak'da,
Şubat'ta,
Kasım'da,
her Ay'da,
her Gün'de,
her saatte...

Terk edilmeler o kadar büyüyor ki, bazen bir ayı, bir yılı, bazen bir ömrü sarıyor, arsız sarmaşıklar gibi, rengi yeşil değil ama kapkara. Bazen bir asır kadar sürerken ayrılık saati, gelmeler bu kadar kolay olmamalı, o asır kadar süren hesabını kim verecek?

Gelsen de ne fark eder ki artık? Bu kadar gidiş varken yolumu kesen, gelişleri yok eden, üzerini teker teker çizen, karalayan. Karalandıkça kararan, daha da karanlıklaşan. Bu kadar karanlıkken ortalık, gelsen de fark etmez ki. Belki gelişin gölgelere karışır, görünmez...

Bilinmez !... gölgeler mi daha karanlık, suretin mi? Bilinmez...

Usanmadım yine de, yüreğime batan dikenli tellerden, etrafımı çeviren insan suratlı engellerden, hep bir ümit, öldüremediler umudu, umut hep yaşıyor, tek edilsek de...

Biz Temmuz'larda terk edilmeye devam edelim,
Siz de terk etmeye devam edin.

Hangi ay olursa olsun, hangi saat olursa olsun fark etmez,
Terk etmenin mevsimi hep kış, hep soğuk!...
Yazın ortasında da gitsen, kışın tam ortası,
Güneş tam tepemizdeyken de gitsen, gecenin tam yarısı.

Ayrılık saati asır kadar,
Soğuk,
Karanlık,
Yalnızlık.

Üç Temmuz İki Bin On İki 22 30

05 Temmuz 2012 3-4 dakika 94 denemesi var.
Yorumlar