Benim / Mine'l Aşka Karşı
hayat, insanın üzerine her sabah başka bir gök perdesiyle doğar. kimi vakit bulutlar koyu bir sır perdesi gibi güneşi saklar; kimi vakit rüzgâr, huysuz bir seyyah gibi yaprakları savurur. ve insan, bu değişken gök kubbenin altında, kendi varlığını en ziyade karanlığında bulur. çünkü karanlık, yalnızca ışığın yitimi değildir; insanın içindeki kırık hecelerin ve yarım kalmış duaların saklandığı bir sarmaşık bahçesidir. o karanlık, ruhun kendi içine döndüğü, dünyanın gürültüsünden sıyrılıp sükûnete erdiği bir ana rahmi gibidir…
her bir insan, kendi göğsüne bir hikâye nakşeder. lakin bu hikâyeler, birbirine benzer ruhlarımızın farklı nakışlarıdır aslında. bir ömür boyu yürekte saklanan taş gibi pişmanlıklar, sessizliği haykıran suskunluklar, aynalara düşen ama kendisini tanıyamayan yüzler… insan, kendi içinde hem bir yabancı hem bir dosttur. her sabah, yeniden kendi varlığına uyanır; her akşam, varlığının yüküyle gözlerini kapar.
hayat, bazen bir pencerenin perdesine sinmiş bir loş ışık gibidir. elinizi uzatırsınız, fakat o ışık hep biraz uzakta durur. insan, o loşlukta yüzünü değil ama ruhunu görür. ruhu, korkularıyla, hayalleriyle, kaybettikleriyle ve umutlarıyla birbirine dolanmış bir ilmiktir. bazen o ilmiği bir sigaranın ucunda, bazen pencereye vuran yağmur damlasında, bazen de bir elmanın pürüzsüz kabuğunda görür.
hayatın her köşesi, insanın alışkanlıklarına işlemiş bir türkü gibidir. insan, sabahları aynı saatte kalkar, kahvesini hep aynı fincandan içer, adımlarını hep aynı kaldırım taşlarına bırakır. bu küçük ritüeller, hayatın devasa kargaşasında tutunacak bir dal gibi görünür insana. fakat bazen, o dal insanı kendi karanlığının daha da derinlerine çeker. çünkü insan, alışkanlıklarının rahatlığında kaybolurken, özünü unutur; kendi varlığını yitirir.benim gibi…
ya sevgi? sevgi, her zaman bir ışık mıdır? yoksa insanın kendi karanlığına hapsolduğu, tatlı bir yanılgı mı? sevgi dediğimiz şey, bazen bir uçurumun kenarına yaklaşıp aşağıya baktığımızda hissettiğimiz baş dönmesidir. sevgi, sadece dokunabilmek değildir; bazen uzaktan, dokunamadan, var olduğunu hissetmektir. insan, sevdikçe hem daha çok ışık arar hem de kendi karanlığına çekilir….
şimdi bir pencere hayal edin. kenarında bir insan duruyor, hayalleri rüzgârla dans ediyor. gözlerini ufka dikmiş, uzaklara bakıyor. neyi bekliyor dersiniz? belki bir yabancıyı, belki geçmişte bıraktığı bir anıyı, belki de kendi içine saklanmış kayıp bir parçasını… çünkü insan, en çok kendi eksikliğini tamamlamak için bekler. bu bekleyiş bazen bir ağacın yapraklarında, bazen bir çocuk gülüşünde, bazen de bir bankta oturan bir yabancının gözlerinde…
insan, kendi hikâyesini kaleme alırken, aslında başka birinin hikâyesine dokunur. çünkü hepimiz, aynı gökyüzünün farklı hayalleriyiz. hepimiz, karanlıklarımızda birbirimizin hayallerini taşırız. ve ışık, hepimiz için eşit mesafededir: bir adım uzağımızda ve bir ömür boyu erişilemeyecek kadar uzakta…
hayat, karanlıkla ışık arasında gerilmiş ince bir iptir. insan, bu ipin üzerinde yürürken düşer, kalkar; yaralanır, iyileşir. fakat ne olursa olsun, o ipten asla vazgeçmez. çünkü insan, kendi içindeki karanlıkların devasa çığlığına rağmen, ışığa uzanma umuduyla yaşar. ve belki de bu umut, insanı insan yapan tek şeydir değil mi?
Bir köşede bir kalem ucu kırılır, başka bir köşede bir mektubun son satırı yazılamaz. Bir kadın sahil kenarında ayakkabısını çıkarırken, birkaç sokak ötede bir adamın ayakkabısı çamura saplanır. Şehir, insanların fark etmeden birbirlerine bağlandığı incecik bir ağdır aslında.
Kesişmek, farkında olmadan hayatlara iz bırakmaktır birazda. Birbirimizi tanımasak da birbirimize tutunuruz. Bazen bir kahve kokusuyla, bazen kaldırımlarda kalan ufak bir gölgeyle. Dünyanın bu kaotik düzeninde her adım, bir başka hikâyenin başlangıcı ve bu yüzden hiçbir yol, asla tesadüf değil...
Karanlık ve ışığın hem birbirine çok yakın hem de uzak dansı gibiydi yazın. Çelişkileri ve ortak duygularıyla hayat; umudu içimizde parlatmaktır belki de senin de dediğin gibi Can. Bazen kalemle dokunuruz insanlara bazen küçük sayılacak bir adımla. Sonra oturup karşıdan, küçük bir ışığın kocaman bir yıldıza nasıl dönüştüğünü izleriz, dokunduğumuz yüreklerde. Tebrik ediyorum. Çok güzel bir yazı okudum kaleminden. ✍🏻👏🏻