Bir Batak Bir Kaçak
Islak bir ağaç gibi duruyor karşımda gözlerini üzerime dikmiş,soran bakışlarıyla...Git diyorum -çaresizce- ısrarla, inatla bekliyor.
Git diyorum - ümitsizce- gitmeyecek biliyorum, şizofren dilleriyle daha fazla örselemek, uyandırmak, belki de ayıltmak için bekliyor.
Git diyorum - ne dersem, diyeyim- gitmiyor!..
Oturuyoruz, banklar ıslak, saçlarımız islak... Çamurlu elbiselerimiz ve birbirinden kopamayan ellerimizle oturuyoruz. Hem iki yabacı hem iki dost ; hem iki yıkım hem iki kahraman gibi...Tanıdık gözlerle ; aramıza binlerce asır girmiş kadar uzak, oturuyoruz saatlerce.
Kim daha önce konuşacak, kim dökecek eteklerindeki taşları?..
Hangimiz daha yalancı?..
Aynı tebessüm, aynı soru : Hangimiz daha cüretkar?
Şimdi bir başlasa konuşmaya ,bir başlasa dünden bugüne ona yaşattıklarımı anlatmaya, bilmiyorum yüzüme bakacak yüzüm kalır mı?
Ahh...bir anlatsam beni inandırdığı rüyaları ve o rüyalardan fütursuzca uyandırılışımı...Gözlerimi kapatıp Alice'in harikalarını keşfederken, kalbimi falakaya çeken insanları ve beni kandıran ilk insanın hem kanım kadar yakın hem kahrım kadar yalın, saplantılı ve tutarsız bir azimle, çocuksu ve şeytani bir sevinçle ellerimi , dizlerimi, uykularımı yarından emanet çarşaflara dolayıp dünden besleme topraklara, duasız gömüşlerini...
Alice'in saçları kara bir çalı olup parmaklarıma batarken, ipekli sözlerle içime asma yaprağı gibi sarmalanan şarkılarını...
Ahh...bir anlatsam...
Sorsam ona hangimiz tam anlamıyla batakçı?
"Sen" diyecek biliyorum.
Çünkü ben ona inat, enkazları severdim.Kendimi boş bir eve benzetebilir, son ana kadar kurtarılacak birini, bir şeyi, belki bir anıyı bekleyebilirdim. Kaza süsü vermeyi severdim akordu bozulan sesime ya da duyduklarım bedenimden daha ağırsa daha güçlü kollar edinebilir, genişletebilirdim omuzlarımı...
"Sen" diyecek biliyorum.
Çünkü ben ona rağmen o elleri tutabiliyordum, göğsüme keskin, kıymık kıymık aşkları işlerken ve yine ilmek ilmek sökebiliyordum aşkı gövdemden onlar, "el" olurken...İçim ne kadar iğne iziyle dolarsa dolsun kendimden hatır(a)lar çalabiliyordum ve hiç utanmıyordum hırsızlığımdan. Ardımda delikleri kapatmak için sahtekar yamalar bırakıyordum... çalıyordum... yamalıyordum... üşenmiyordum!!!
"Sen " diyecek biliyorum.
Çünkü ben vazgemiyordum, ne kadar derine gidersem o kadar bulaşacaktı ya balçıklı yalanlar; bana göre "güveniyor" ona göre "ahmaklık" ediyordum. Ama bir yerde...bir gerçek...bir süs...bir "İNSAN" vardı elbet...
Evet, vazgeçmiyordum!
Çünkü vazgeçersem bütün masalları yalanlayacak, bütün oyunları kaybedecek belki de gökten üç elmayı asla düşüremeyecektim.
Vazgeçmiyordum çünkü; eğer vazgeçersem içimde hiçbir çocuk saklambaç oynayamayacaktı ve düşler kurmayacaktı dışımdaki çocuklar da!!!
Kuytularımı seviyordum ve karanlığımdaki şımarık parkı...
Düşler,çocuklar,parklar ve kuytular yoksa...ya yoksa kahkahalar gerçekten! Ama vardı.( Yanılıyor muyum?)
! Bazen sana ne kadar da benziyorum :)) Aslında ben ...
Şimdi sorsan bana hangimiz tam anlamıyla kaçakçı?
"Sen" diyeceğim biliyorsun.
Çünkü sen bana rağmen ihtişamı severdin. Hiçbir saraya harç olmayan ellerinle yıkmayı, bir yılan gibi kıvrıla kıvrıla girdiğin odalarda taze enkazlar yaratmayı her şeyden çok severdin.
Öfken o kadar büyüktü ki seni aşıyorsa bir fısıltı; ağırlaşır, acımasızlaşırdın.Dilin büyür, büyür, büyürdü ve o kapılar... sen kapıları asla sessizce kapatmazdın!
Giderdin ve giderken geriye hiçbir şey bırakmazdın!...
"Sen" diyeceğim biliyorsun.
Çünkü sen benim koşa koşa gittiğim dostluklardan ölesiye korkardın. Acı söylemezdi kimse sana...bu yüzden hiç "kimsen" olmadı da aslında...
"Sen" diyeceğim biliyorsun.
Çünkü sen uzakları, çoook uzakları gözlüyordun hep. Yaklaşmak "yanmak"tı ki... bu yüzden ormanları bilmezdin, o büyüleyici yeşil( göz)ler yangınları çağırırdı gecelerine...
Ben beklerdim ya sen nerde bir karanlık olsa arkanda bırakırdın işte tam da bu yüzden adım attıkça kanadın...karardın...karalandın !..
Evet, sen vazgeçiyordun, bana inat...Bütün masalları hiçe sayıyor, bebeklerimin saçlarını yoluyor, oyunlarımı bozuyordun. Elma mı? Elmayı zaten sevmiyordun!
Vazgeçiyordun çünkü; güven bir hastalıktı ve bir kere yakalandın mı yavaş yavaş öldürüyordu...
Kaç defa öleceğim diyordun? Hatırlıyorum...
Benim şımarık parkım senin için fazla kuytuydu, karanlıktı ve ilk düş'ünde düşmüştün salıncaktan!
Hatırlıyorum...dizlerin...kırmızı...
Parklar,çocuklar,kuytular ve düşler yoktu...
Yoktu gerçekten...
Hatırlıyorum...hepsini öldürmüştün, şehir meleklerimizle şeytanlarını oynaştırırken..
Hayır , yok muydu gerçekten? ( Nerde yanıldım?).
Ahh..bazen bana ne kadar da benziyorsun :)) Aslında sen...
Şimdi sorsam kime,neye,nereye sorsam?
Hangimiz haklı?
Ben mi, sen mi?..
İçimde ümidim ve yenilgilerim bıçak dansı yapıyor ve ben de bilmiyorum cevabı!
Karanlık aydınlığa, iyilik kötülüğe bu kadar karışmışken
Dünya : Olsa olsa bir "deniz" ;
İnsan : En fazla "kayıp bir kent" bence :)
( İlk deneme çalışması)
24 temmuz 2010
07.07