Bir Damla Masalı
Çok yalnızdı ve göklerden düşüyordu. Önce ormandaki bir yaprağa, oradan da süzülerek bir su birikintisine düşüverdi. Birikinti sevinmişçesine dalgalandı, merkezde de bizim su damlası. Artık, o da ağaç gibi, yapraklar ve diğer düşmüş damlalar gibiydi, yalnız değildi. İstediği mutluluğa kavuşmuştu. Artık yukarıdan gelen damlaları o da karşılayabilecekti. Ama bir şey fark etti, artık bağımsız değildi. Etrafındaki damlalar ne yaparsa, aynısını yapmak zorundaydı. Kendini de kaybetmişti ve bulamıyordu. Yağmur da dinmişti zaten. Hayatı duruvermişti.
Güneşe binip tekrar geldiği yere gitti. Ve yine göklerdeydi. Ama tutunamıyordu. Yine düştü, yine çıktı, düştü çıktı. Sonunda bir şey fark etti. Bu, onun hayatıydı. Ama sadece bundan ibaretti. Hayatı bu kadar basit olmamalıydı. Bir su damlasıydı, kabul ediyordu. Ama mutlu olmak istiyordu. Tekrar güneşe bindi ve büyük bir göle düştü bu sefer. Kalabalıktı etrafı. Sesini duyurmalıydı. Ama nasıl? Aslında bir çözümü vardı. Bir damlayla tanıştı sonra. Çok sevdiler birbirlerini. İki damla, yollarına beraber devam edeceklerdi. Güneş yine girdi araya. Sadece bir damlaydı, güneşe rakip olamazdı... Şu bizim damla kaçamadı ki... Ayrıldılar. Hıçkırıklara boğuldu damlalar. Kimseler avutamadı damlaları. Duyan herkes etkilenmişti. Dünya boş durmadı. Kapattı güneşi. Güneş çok kızdı! Ve her gece iç çekerek ağlayan damlalar sonunda yine bir birikintide buluştu. Onları ayırabilecek bir güneş yoktu artık. Hatta sadece ikisi buz kesilmeye razıydı. Ne de olsa aşk böyle bir şeydi. Mecburiyetten midir bilinmez, her yağmurda acı çekti dünya. Ama hep gülmeyi seçti, ağlamaktansa.
10-22 EKİM 2007