Bir Gün Daha Esmerleşiyor Gönül Tuvalimde

Bir gün daha esmerleşiyor gönül tuvalimde. Üstelik ne boya var ne de fırça ellerimde. Bütün yaşanmışlığım, küçük ve başıboş suların ürkek ve titrek kabarmalarında minik taşları aşma debisiydi. Nefesimin ciğerlerime yüklüğü bundandı. Bundandı yarı aç zamanlarımda mideme inen kramplar ve bileklerimi çevreleyen prangaların esareti...

Firari uykularım arsızca bölünüyorken, direnmesini beceremediğim bir el omuzlarımdan morartırcasına çekiyor bedenimi. Kollarımın dermansızlığı teslimiyet sınırlarını aşındırırken, yediğim deniz dibi vurgunlar bir tükeniş çığlığı gibi düşüyor avuçlarıma. Kabullenilmiş mağlubiyetimin mahçupluğunda kapatıp gözlerimi yüzüyorum yeni güne...

ne kulaçlarımda derman,
ne çekebileceğim bir kürek...
boğuluyorum!
ey sevgili tut beni,
tut ellerimden
tut ve takana çek...


Seçim yapmaya zorlandığım seçenekler kısırlığında ' A' ya da ' HİÇBİRİ' nin birbirine bu kadar benzeştiği tek renkli coğrafyada bulanırdı birbirlerine renkler. Erk'ti baskın bolluğun kucaklayıcı adı. 'ötekiler' in değil, ötedekilerin iklimini yeşertememenin çaresizliği yanaklarımı ateşlerken, gözlerim tarih kitaplarının yazamadığı cebelleşmelerden artık kimsesizlikleri utangaçlıkla seyrederdi. Kalabalıkta yalnızsızlaşan içimdeki metanet, kör kuyularda boğardı kendini. Düşerdi kumdan kaleler bir bir ve uzadıkça uzardı zaman...

Ne kadar güçsüz ve edilgen olduğumuz yuvalanırdı beyninin en dirençli hücrelerine. Kemiriliyordum diş diş. Morarıyordu usumu ısırgan otları gibi kuşatan o bıçak ağzı öğreti ve mutlaktı onca çelişki...


Hala olmazlarımız olanca kudurmuşluğuyla azar ve hala kesiklerimiz içimize sızar.

Yaşam bazen meydan okumaktır gökyüzüne, bazen akmaktır ırmaklara hesapsızca. Ama ıslanmıyor muyduk bir bardak suda? Yüreğimizi körük körük vuran o irin sellerine set çekebildik mi hala...

Sahi kaç şiddetinde bir üflemede titrerdi gönül telimiz? Kaç yaşındaydı çığlık ve ağıtlarla bölünen o kan uykular ve ilmik ilmik çözülen göz yaşlarımız... Dağ dağ büyüttüğümüz sevdaların kaç tanesinin ne hali varsa görsündü? Kaçında alevlenir çocuksu küskünlüğümüz? Ve salıyorken kendimizi en olmazından boşluğa, bir çöpe tutunmuşluğumuz, bu toz zerresi savrulmuşluğumuz hangi rüzgarlara emanetti... Kaç vurguna oksijendi soluduğumuz metan gazı çöplükler? Kaç rotatifte döngüdür bizli yalnızlıklar? Kaç dişli de turnusoldu al kanımız ve kaçında yenilirdik bir saksağanla yarıştıramayacağımız yaşanmışlıklarımıza...

Daha ne kadar sarsacak bu arbedeler? Bu aptal cenneti deryasında kaç dalgaya daha analık eder bu kısır ve kabız geceler? Bire on, bire bin veren topraklar bizi kaçında taşır koynuna. Sahi zamansız sevmelerimiz kaç yaşında...

07 Şubat 2011 2-3 dakika 2 denemesi var.
Yorumlar