Bir Makale Konusunun Ele Alınışını Elaştiri 3
Bu mesabede (Düzlemde) sokak sosyal jargonu etnikçi de davranacaktır. Toplumsal göl dibi sızmaların yansımasında bu zaten vardır. Ama nihai adımda, kişiler toplumsal kültürle devinmek zorundadır.
Çünkü etnik yalnızlaşma gittikçe sağlayışların körelmesine doğru kayacaktır. Bu demektir ki etnikçi kültür kişi sağlayışların toplumsal referanslarını, kaybedecektir. Denizden sızan geri beslemeli akımla kişi zorunlu olarak toplumsal referanslarını düzeltmeye gidecektir. Yani kişi zorunlu olarak topluma yani toplumsal kültüre gider.
Buralardaki sapmalar, bu yazarlarca bir yozluk olarak mı görülüyor? İşte yazarlarımızda bunlar belli değildir. Bu da kimi yazarlardaki kültür kavramının tam da oluşturulamadığı anlamına gelmektedir. 'Misafirperverliğimiz zaten ayrı bir durum' gibi sözlerle kimi yerde de ahlakı kültürün üzerine çıkarmıştır. Ya da ahlakı kültür yapmıştır. Oysa ahlak bir kültür unsuru iken, her kültürün bir ahlak olmadığı, yazarlarca hiç bilinememiştir. Veya en hafif deyimi ile göz ardı edilmiştir.
Sözgelimi bu tür yazarlar; ' bir sürü isimler ortaya atıldı ve çocuklara bu isimler konuyor. Allah beni doğuştan Müslüman olarak dünyaya gönderdi' gibi ifadelerle inancı kültür yapmıştırlar. Oldukça bilgisizciliktir. Dünyada ve çevrede olup bitenden bihabersiz, kişiler makale olaraktan; bildiğini sanmanın cahil cesareti ile yazılmış bir yazı ve üslup ortaya koyarlar.
Evet, inanç bir kültürdür ancak her kültür, inanç değildir. İnancın daha temeline inersek, her kültür ibadet edilir olan değildir. Bu yüzden bilimsel, toplumsal, sosyal, teknolojik, estetik, halkçı, sanatsal vs. etnik inanç ve etnik ahlak olmayan inanç ve ahlak gibi kültürlerimiz de vardır. Bunların biri birine indirgenmezdirler. Üstelik bunları kuşatan bir 'kültür felsefemiz' vardır ki yazar bunları hiç bilmiyor ya da kaale almıyor görünmektedir.
Şu da bu tür yazarların, bu konularda sıfır olduğunun bir göstergesidir. İnanç ve ahlakların neredeyse birde kişilere özgü, kişi temeline inan tutumlaşışları vardır. Bunları yazarların makale yazılarında genel toplum kültürü saymaları ise tam bir affedilmez kusurlardan birisidir.
İşte bu tür sığ basit kültür anlayışı devinme ilkesi üzerinde olacaklardan yazı giriştirmesini yapması gereken yazarlar; tamamen ilkel, sadece bu tür konulara az çok vakıf ilgilisi kişilerin gülüp geçeceği bir sıradan ve alakasızlıklarıyla yazılmış bir makaledir bunlar. Düzeltilmesi oldukça zor bir çıkılmazdır. Tekçi mantıkla ve sıfır düzlemli bir oluşmadırlar.
Bu tür yazarların veya makalelerin, bir irdelemeyi, bir teşhisi, bir sorunsalı ortaya çıkarıp; kendi akılcı ve bilimsel yorumlanışlarıyla, akılcı bağıntılı çıkarımlarıyla, gitmesi gerekirdi. Oysa kimi yazarlar, olup bitenlerin girişmeleri karşısında, şaşa kalmanın hayıflanmaları ve 'kendi kendilik anlamaların' kendi, kendilik haklılık kaygılarıyla, yazılarını örgüleştirirler. Bitli baklanın kör alıcısı olur hesabı bu tür yazıların okur beğenir kitleleri hayli genişte olurlar! Eğer okur çokluğu, yazıların doğru ortaya konuluşunu ele veriyor ise, bu yazılar doğru ortaya konmuştur!
Bu tür yazarlar daha yazılarına başlarlarken baştan algısal çarpılmalarla başlamıştırlar. Pek sıradan, hiç bir söylemi içermeyen bir "yozlaşma" kalıbıyla oldukça geri düzlemci bakışlarıyla yazı nesnelerini giriştirirler. Bu da konunun ilgilileri için yazının mesajını düşürürken, okura hitap yeteneğini artırır. Nedeni basittir. Aynı inanç temelli üzerinde tekli mantıkla anlama ve tekli mantık kalıplarıyla konuyu dönüştürme yetisi içinde yetişmiş olmanın düzlemselliğidir bu. Hiçbir gelişme vaat etmez bir örnekliktir.
Eş deyişle leyleğin özelliğini de bir kuş özelliği göremeyip, kargadan başka kuş tanımama özellikli tekli mantık bağıntılı, oluşlarındandır. Yani kişilerin kendini güncel, çağdaş, çok yönlü, kuantik, kaotiklik gibi birçok mantıkçı düşünmelerin bağıntısını edinememiş olmak elbette sizde cahil cesaretini çoğaltır. Bu tür çoklu mantıkları bilen kişilerde, bu tür tekçi inanç eksenli yazıları makale diye ele alması zaten olanaksızdır.
Örneğin; bu tür yazarlar daha konu ele alışta, aklın analizi yerine; ' yozlaşan, hızla bozulan kültürümüz... Şahsen benim en büyük tasalarımdan biri... ' denişle, 'yozlaşan kültür fantomunu, kaygıları olaraktan' ele alırlar. Eh kaygıların olduğu yerde de aklın ilkelerinin bastırılacağı açıktır. Yazarlardaki kaygılar diyalektik bir olup bitmenin farkında oluş değil de, etkin gelişme ve değişmeler karşısındaki, kendi ödevci direnç öğrenmelerini, kendi duygu boyutlarından, kaygı boyutuna götürmüştürler.
Aklın ve gözlemin, bilgi birikimlerinin, bilim felsefesinin ve bilimsel kültürün olması gereken yerde de duygu oluşturursanız, eh duygularınız da kaygılara kaçacaktır. Aklın, akılsızlığa kaçması iyidir. Çünkü akılsızlık akıllanmaya varır. Ama duygu kaygıya, kaygı da duyguya varırken bu gidip gelmelerde akıllıca bir sonuç çıkmaz. Duygunun olduğu her yerde, kabaran duygu, verili bir kültürü, sanki kutsal bir emaneti saklar gibi bir sahiplenişe, tabucu oluşla bir sahip çıkamamanın kaygısına gider.
Yazarlar, kültürün ne olduğunu belirtirken, tanımın genel kavranışından hareket etmeleri lazım gelirken; kültür unsurlarının özel tanımlılığını kültürün tanımı gibi işlemiştirler. Ve kültürün bir değişme ve ihsas işi olduğunun farkına varamayıp, inançların değişmezliği özelliğini, kültürün değişmezliği olarak anlayıp, işin içinden çıkmıştırlar! Yazarlar, değişmelerin nedenci yaklaşımlarından uzak bir yozlaşma (belki de gericileşme olacaktı) ihdası üzerinden, kültürü tanımlamaya ve bu tanım üzerinden de dirençleşmeye gayret ediyor.
Sürecek