Bir Makale Konusunun Ele Alınışını Eleştiri 4
Oysa yozlaşma, bir geliştirmeyi taşıyamamanın fanatizmidir. Yozlaşmada gelişenin, gelişmeyi taşıyamaması nedeni ile kendisini bir asıl olanına, bir ilk olan modele doğru, yeniden döndürmesidir. Gelişmeyi saçmaya çevirmesidir. Gerileşme anlamına gelir ki, kültür bitkisinde ve biyolojik geliştirmelerde görülür bu yozlaşmalar. Bu tür geliştirmelerin kendi kendisine ilk örneğe doğru eğilimleşmenin bile temel bir evrensel yasası da vardır. Ama burada buna değinmek, konu uzunluğu yapar.
Değilse bir kültürün nicelenmesi değişmesi, çoğalması, büyümesi; yozlaşma değildir. Büyüyen her şey eskisine göre farklılaşan, tanınamayacak kadar olandır. Ki bu da yozlaşma değil, gelişmedir. Her gelişme kendi düzleminin olumluluk ya da olumsuzluğunu içerir. Bunlar bir önceki ile kıyaslanmazlar. Kıyaslanamayanlardan da yozlaşma ifadesi çıkarılamaz.
Böyle olunca da kimi sevgili yazarlar da kültürleri bir değişmezlikle algılamaktadırlar. Ve bunu böyle empoze ederek dar ufuklu düşünemeyen, kuşkuları ortaya seremeyen, farkında olmadan şablon kontrollerle yönlendirilen, okur kitleleri hazırlanmaktadırlar. Yazanların kendisinin de farkında olmadığı değişir olmaları da yozlaşma gibi oldukça sıradan bir kapasitif tutumlaşışla ele almış oluyorlar. Oysa yazdığı yazının okur kitlesinin skala dağılımını da göz önüne alıp, kendi yazar olmalarının sorumluluğu gereği, kontrolcü düzeltmesini yapıp, bu ucubeliğe düşülmemeliydi.
Sosyal yaşam, her zaman gelir dağılımlarının paylaşılması esası üzerine oturmuştur. Gelirlerin tüketimindeki yaşantılaşmaları paylaşan sosyal sınıf grup yaşantılarıdır. İşin tuhafı sosyal kültürler; toplumsal kültürü, yani üretime ilişkin kültürü; nesnel, bilimsel ve toplumsal sınıf temeline dayalı kültürü, görmemişler, yok saymışlar. Ve bunlar inanç kültürüyle tümden, izole edilmiştir. Veya Arap saçına döndürülerek hepsi karıştırılmıştır. Esasen yazı iyice okunduğunda, yazar böyle bir ayırt oluşun hiç bilincinde bile değildir. Tabii ki böyle bir çalışma isteneni sağlayamamış olmakla eş anlama da gelebilir.
Bir yazar, ele aldığı konuya bir bakışla, bir sunuşla, bir ortaya konuluş üslubuyla ve konusunun diğer bağıntılarla ilişkilemesini, ya da bunların tümleneni üzerindeki genel felsefesini belirtmelidirler. Bu yüzden kimi yazarlarımızın bilimsel felsefesi hiç yok. Biraz öğütçülük biraz sokak kültürü, biraz da inançsal bilgi ile bu iş oldu, sanılıyor. Az buçuk bilir olmayı, allamelik sayabilme cahil cesaretini gösteriyorlar.
Bunlar, şimdide bekraund (background) biriktirmesi olamayan insanlardır. Yazarlarımız bunlara pek sadık kalmamış. Sıradan yaklaşımlarla, hemen her yerde karşılaştığınız türden önyargılarla ve inanç düzeyine indirgenmiş söylemlerden; ne kültürümüze, ne de yararcı gelişmelerimize, ne de aydın olup ışık tutabilmemize olanak yoktur. Yani: ' kendimiz bir muhtacı dede, kaldı ki gayriye himmet ede' pozisyonları yaratmaktayız.
Değerli yazarlarımızın bir türlü çözemedikleri ama farkına vardıkları bu tür durumlardaki hassasiyetlerini anlıyorum. Ancak yazı sadece bir iyi niyet çalışma girişmesi olmamalıydı. Çünkü böylelikle çok büyük bir bilgi kirlenmesi yaratılmaktadır. Bu da okurlardaki bilginin seçiciliği yerini, kişileri usancın boş vermişliğine götürmektedir.
Kimi değerli yazarlarımızın böylesi yazıları, hiç bir akıl konur, tartışılır yanları ve varyantları olmayan, çalışmalarıdır. Bu yazılardaki fikirler binlerce yıldır çocukluğumuzdan beri kulağımıza fısıldanır. Basmakalıp, neyin ne olduğunun bilinmezliği ile yapılmış söylemlerdir. Ama değerli yazarlar bunları makale gibi iddialı bir alanla ortaya koymaya çalışırlar! Yazıları, neyin, neye göre, neden, niçindi olabilecek girişmeleri olmayan, öğütleşmelerdir. Ki bunlar kültür hayatımızla da izah edilemez zaten.
Bu yazılarda, sanatın üzerine dini inanç bina edilmiştir. Bir teknik gelişmenin sosyal ve toplumsal kırınımlarını beyhude bir anlayışla inanç düzeyinin günahına kakıştırırlar! 'Türk Sanat Müziği konseriydi. Ne yazık ki salon tamamen dolmamıştı. Bir yabancı sanatçı ya da topluluk gelmiş olsaydı herhalde ayakta dinlemeye bile yer olmazdı!' gibi genel önyargı içeren söylemlerle kendilerini haklılaşa gayretinde olurlar. Bir sanatsal seçicilik olan görsel dinleti faaliyetlerini, kişisel tercihleri, alaycılıkla geçiştirirler. Yani kendi tercihlerini, herkesin tercihi olması gereken bir durummuş konumuna soktuklarının farkına bile varmazlar! Ki gelişme ve farkındalık bağlamında körelmeyi, yozlaşma gibi dışlamak, yaratıcı felsefe bağlamında çok tehlikeli bir kıyaslamadır.
Üstelik kültürler zorunlu olarak yerelden evrensele, evrenselden de, yerele doğru girişmeli olan alanlaştırılmasını, yabancı- yerli gibi sığlıklar üzerine söylem oturtulması bir aydın görüşü olmayıp, sıradan bir çocuksu anlamadır. Bir türcü yaklaşımla aile ve kasaba ve şehir kültüründen kalışla, evrensel olanı hiç görememişlik olmaktadır. Ki, bilim ve bilgi adına; sanat adına, düşündürücüdür.
Bu tür yazıların temalarında kültürel meşrulaşmanın kaynakları; ya cengâverlikler hamasetine, ya misafirperverlikler gibi geri düzlem ayrıntıların boğulmasından ötürü, genelleşemeyen bir inzivaya çekilişi oluştururlar.
Ben kendi payıma, böyle yazıları okuduğumda, o yazıların yazımlarına göre kültürün ne olduğunu bilemediğim için,' bozulan kültürümüzü' de hiç bilemedim!
Bu tür analizci olamayan, ilişkisiz girişmeli tutarsız anlatımlardaki, yozluk kavramı zaten her sıfır (kararlı düzey) hareketin sahipleneceği kolaycılık, başlı başına bir çıkmazdır. Bu tür çıkmazlıklar, düşüncemizdeki şablon oturuşlardan kaynaklıdır. Şablonumuza göre her sapmalara (gelişmelere), karşı direncin bir saldırısıdır.
Sürecek