Bir Masal Şehri
Bir şehir düşünün...
Bir köy gibi içinde yıkılmış, harap evleri barındırmayacak, bakımsız, kırık dökük yolların esiri olmayacak kadar şehir; şehrin can damarına doğrultulmuş bir silah gibi uzayıp giden binaların tehdit edemeyeceği, fabrika bacalarından şehri darmadağın etmek için atılmış bir roket gibi fırlayan ve şehri ölümle tehdit eden dumanlara pabuç bırakmayacak kadar köy. Şehrin zerafeti ve köyün asaleti iç içe. Ve içindeki insanları da bu büyünün tesiri altında bırakan bir köy şehri...
Etrafında irili ufaklı dağların muhafızlığını yaptığı bu kentin insanları da güven içinde yaşayacaktır kuşkusuz. Dört bir yanı yeşil bir örtüyle kaplı ve bunun sıcaklığıyla ısınan şehrin insanları da bu denli sıcakkanlı, şefkatli olacaktır. İlhamını masmavi uzayan denizden alıyorsa hele... Ve kentin insanları da bu büyüye tutulacaktır şüphesiz.
Minarelerden yükselen ezan sesleri... Ay yıldızlı bayrağımızla birlikte bağımsızlığımızı en iyi ifade eden sembol. Ezan seslerinin ilahi nağmeleriyle bu nağmeye eşlik eden, cami avlularındaki güvercinlerin hafif uğultuları birbirine kavuşunca ortaya çıkan inanılmaz atmosfer... Bu atmosferin haykırışlarına günde beş kez şahit olan insanların kalplerinde zerre kadar karartı olabilir mi?
İşte o zaman tıpkı karanlığa mahkum olmuş dünyadan soyutlanmış bir yer gibi; masmavi gökyüzünün dağlarla kucaklaştığı yerde ve denizin ayna görevini üstlendiği bu kentte, güneş, yavaş yavaş geldiğini haber veren o kızıl nurlarını göstermeye başlayacaktır. O güneş ki, önce kızıllığını insanın damarlarına bırakıp ona hayat verir; sonra da kıyamete kadar onun eksiksiz bir yaşam sürmesi için kendi ışığını feda eder. Onun için yanar adeta. Böyle mucizevi bir güneşin ısıttığı kenti nasıl terk edebilir hayat denen garip şey? Ve böyle bir kent, içindeki insanları ebedi olmaya mahkum etmez mi?
Yirmi yıl sonrasının ideal şehri...
Ne muhteşem bir hayal değil mi? Hayaller ulaşılmak için değil mi? Masallar ders çıkarmak için değil mi gerçekten uzak da olsa?
Bir yaşamak vardır; bir de yaşadığının farkında olarak yaşamak... Hangimiz güneşin bu nedenle doğduğunu, dağların bu yüzden uzandığını, güvercin sesleriyle ezan seslerinin aslında bir kavuşma olduğunu, etrafımızdaki yeşilliklerin de bir amacı olduğunu düşünerek yaşıyoruz? Ve bunlar en basit örnekler.
Demek istiyorum ki, şehrimiz zaten mükemmelin doruklarında. Şehir içindeki insanlarla bir bütündür. O ancak bizim de eksiksiz olmamızla tam anlamıyla kusursuzluğuna kavuşacaktır. Yani yirmi yıl sonranın ideal şehri değil, kentimiz zaten harika, yirmi yıl sonranın ideal insanı olarak değerlendirmeliyiz bunu. İşte zaten bu değil mi bütün yazdıklarımı masal yapan?