Bir Yazamayış Öyküsü
Özenerek yazar... Okur yazdığını sonra. Çok güzel olmuştur kendince.
Ama ya O okur ve gönlü kırılırsa?
Tekrar yazar değişik sözcüklerle. Ruh aynıdır... Kafasında o olay vardır çünkü. Okur yeniden yazdığını... Beğenir... Gerçekten güzel olmuştur.
Ama ya O okur ve gönlü kırılırsa?
Yunus'un mısraları gelir aklına:
"Bir kez gönül yıktın ise
Bu kıldığın namaz değil."
Siler yazdığını.
Daha hoş cümleler kullanmak ister. Ama olmaz ki. Yazının ruhu gitmiştir bu kez. Siler yeniden...
Başka konulara geçmek ister ertesi güne erteleyerek. Beyni şartlanmıştır adeta. Yazamaz elbette. Yeni yazı da bekler durur böylece.
Kişi günlerce beynini yorduğu için yazmış gibi doyumda ya da olayın öfkesindedir artık. Soğumuştur kaleminden biraz. Yazacaklarına bile inanmaz haldedir hatta. Bıkkındır. Düşünür başını ellerinin arasına alarak.
Nerede hata yapmıştır? Kayıp giden sözcükler neden frenlenmiştir aniden? 'Kelimelerin efendisi' denirken, efendi kelimeler mi olmuştur yoksa?
Düşünür elleri şakaklarında...
Kişiye özel yazının, kişiye özel yazma arzusunun, ruhunu katledişini bir film izler gibidir artık.
Anlar ki; kişiye özel yazılmamalı. Anlar ki; ayağa bile vurulmasına karşıyken ruha hiç vurulmamalı pranga...
Her insanın zaman zaman yaşadıkları mı ki şu süreç? Yoksa sadece bu kişide mi oluyor?
Öyle ise bir psikolog lazım bu insana... Sadece okulundan mezun değil, iyi bir psikolog lazım...
Ya bu kişi ben isem?
...............................
Eylül 2000