Bir Zamanlar Edebiyat
Bana temkinli olmayı öneren iyi kalbim sus. Ustura yutkunuyorum tarihe...Gün kanıyorum.
100 yıl sonra ben ,100 yıl önce bu sitede yazan yazarlar için derdim ki :
Cümleye şöyle başlıyor olabilirdim ...
'Bazı sesler tiz ve kulak tırmalayıcıydı, bazısı derin ve boğuk, bazısı kendi sesi kadının sesi gibi yumuşaktı, bazısı taşa vurulan baltanınki gibi ürpertici, bazısı alaycı ve neşeliydi, bazısı keşiş sabrı gösteriyordu, bazısı kibirliydi, bazısı uluyordu, bazısı konuşmayı yeni öğrenen çocuk gibi kekeliyordu, diğerleri kıvranan hayaletler gibi inliyordu, bazısı geldiği gibi ahkâma gem vuruyordu, bazısı şair oluyor şiir yazıyordu, bazısı yazılan şiirlerin içinde kayboluyordu, bazısı bazılarına tepeden bakarken ,baktığı tepeden bi'anda düşüveriyordu. Bazısı deliliğe övgü yaparken bazısı delilikten kurtulmanın yolunu arıyordu. Bazısı dilim, bazısı sözüm bazısı yazım yazım diyordu; ama hepsi sonunda tek bir şey söylüyordu 'Edebiyat için sayfalara not düşüyordu ...''
Tadımlık bir rüyaydı, tadını kaçırdığında ağzımız tuz, aklımız tsunamiye çatardı. Kaşlarımız yay ,yaydan çıkmış sözlere koşardı. Omuzlarımızda ıslanan anlam bizi öyle bir sarardı ki, üşüdüğümüzü hissettiğimizde bizi saran şeyin gölgesine koşardık. Ellerimiz ayaklarımız dilsiz, parmak uçlarımızı oynattığımızda, nefesimiz buğu, sözlerimiz buğuluğu yırtsın diye kendimize koşardık. Vardığımız her sonda her şey için , tekrar yeniden başlardı.
Başlangıcımızda ışık var mıydı, bilemiyorum. Sonuç mu sebep miydik? Edebiyatın içinden geçtiğimizi sanıyorduk, spekülatif olmayan biricik somut durumdan toz halinde geçiyorduk, onun içine ne bırakıyorduk? Kötülüğü ve zulmü; ve biricik barış sözleşmesini. Her sınırını başka bir ordunun içten dışa doğru sürekli aştığı göçebe bir yazıydık; kişiliğimizin kin yükünü boşaltıyorduk. Bunun karşılığının özgürlük olmadığını bağırıyor; ama onun da karşılığının esaret olmadığını hep beraber yazıyorduk...
Korkunç bir rüyanın ortasında uyandığımızda mutlak anlamı aklı dışında bırakıyorduk.. Ortaçağ'ın dışına taşıyor, sürekli alçıda olan bir dünyanın bakışları altında, direncimizi asla yakalayamadan direniyorduk. Uzaklık bizi hasta ediyor, alt üst olan manzaradan kopan parçalarda yaşıyorduk. Kimyasallarla dünyaya tutturulmuş tüm etiketleri soyunuyorduk; çünkü şiir bunu yapar ve şiir, kötülükmüş gibi ele gelirdi. Soğuyan ve gücenen bakışların ruhunu çeker, onları dirilişle örterdik.
Belki bizi şiir ve nesir öldürdü,; ellerimizin keskinliğini onlaraa unutturmadık hiç, avcumuz boştu zira.
Açık yara; fena bir ihmal aralığından kayan çığ. İçimizin soğukluk nöbetiydi. Yüzümüzün kirlendiğini hesaba katıyorum. Düzenden kaçan, uygun adım çıplaklık; kulak tırmalayan saf düşünce. Nasıl söylesem, ellerimiz kilitli, parmaklarımız acının dizgini. "At dişleri" demişti Bataille, "At dişleriyle gülen yıldızlar" Atak işte! Biz o geceden gaz kokusu alıyorduk, ses kusuyorduk ses. Ağzını aç; dediğimizde cellat cümleye eğiliyordu. Ve Minik ruhumuzla. Her birimiz onu besliyorduk ...
Hiçbir vasfı olmayan bir intikamdır bu. Bütün taşlar gibi bütün yazarlarda uyur gezerdi. Kendimizi tuza basıyorduk. Başımızdan birlerce tanker geçiyor; aman tanrım! Aman tanrım ! diyor Broughs' a yaklaşıyorduk. Kıyı mı bu, kaçtı avucumuzdan. Sihirli gezi. Lüzumsuz şiddet, en uçta katledilmiş gibiydik işte ...Gelecekteki en iyi yere gidemiyorduk belki ama bu artık son cümlelerimizden sonra imkansızdı; bu yüzden geçmişteki en yakın ve en iyi yere gitmenin yollarını hepimiz arıyorduk.
İşte ölüm sığınağında var olmaya çalışan bedenlerimiz, sahip olduğu ruhundan ayrılmadan kopardığı çığlık hepimizin kulaklarımda tekrar tekrar çınlıyordu.
Günün yazısını ve yazarımızı kutlarızud83eudd20