Biz Yozlaşıyor muyuz

Şimdiye kadar okuduğum tüm kitaplar, topladığım bilgiler ve gözlemlerim.
Bir çoğumuzda farklı anlamlar yüklü olan, sevgiye kısacası insana ve hayata dair...


İnsan varoldukça olması gereken o yüce sevgi, bir an gelip nasıl oluyor da geri planda kalabiliyor? Akabinde paylaşım artı hoşgörü eşittir sevgi.
Mutluluğun adı, insana duyulan sonsuz güven, riyasız, çıkarsız beslenen sevgi olmalıyken, her defasında egomuza yeniliyoruz. Sevmek, varolmak eksiklerimizle beraber...
Gözlerdeki en ufak bir ışıltıyı görebilme mahareti taşırdı yaşam kokan her insan. Diriydi, canlıydı, masumiyet yansırdı yüzlerden. Saçlarda hayat rüzgarları eserdi. Anaforlarında yarışırdı insan. Hoş bir yarıştı bu, herkes bir ötekini kırmamak ve incitmemek için çaba gösterirdi. İncitse bile mutlaka gönlünü alırdı. Hayat kokuyordu nefesler...

Anlamlar yüklediğimiz gerçekleri, nasıl oluyor da biran geliyor görmezden gelip sonlandırabiliyoruz?

Yaşam anlamsızlaştığında, o ana kadar yaşanmışlıkların, belki daha kısa yaşamın bizi beklediğini bile bile, kendimizi yeni fakat bir o kadar tanıdık bir yolculuğa hazır buluyoruz.
Bunu neden yapıyoruz? Neden bir çok insan mutsuz ve sürekli yeni arayışlar peşinde, kalkıp başka yerlerde arar mutluluğu? Neden ilk adımları kendi başına attığını unutur?
Her yeni başlangıcın, sonu olduğunu nasıl farkedemez bir ömür boyu?

Sanırım bu şöyle bir şey olmalı: Henüz benlikler yitikken, iç dünyasını keşfetmemiş dönemlerinde, ne istediğini bilmeyen, hedefleri belirsiz, yaşama dair eksik yanlarının baskısı, bazı önemli anları ıskalaması, bilerek yada bilinçsiz görmeden bakmak hayata...
Sanırım biz bakmayı unuttuk, bakıp da görmeyi ve hissetmeyi..
Egomuz sevgiyi yendi..İnsanlar, gözlerindeki anlamlı ifadeleri yitirmiş durumda.

Birgün kendimi de bu kervanın içinde gördüm. Ben de birçok insan gibi baktığımı ama görmediğimi farkettim.
"Sen bu değildin, olamazsın birşeyler yapmalısın" diye telaşa kapıldım. Bunun değişmesi gerektiğini düşündüm ve içsel bir yolculuk düzenledim kendime.
Çocukluğumda, binbir çeşit kır çiçekleriyle bezenmiş o bahçedeki incir ağacının gövdesine serdiğim kilimin üzerinde, gökkuşağın renklerini içime işlerken gördüm. Bulutlar benden uzaklara dağılmış ailemdi bir nevi. Onları birleştiriyor, istemediğim halde ayırmak zorunda kalıyordum.
Bir elimde pekmezli ekmeğim, sevdiklerimden uzak, fakat mutlu gördüm kendimi. Huzur vardı içimde. Yaşadıklarımı, hislerim ve duygularımla paylaşma coşkusu vardı. Öldürmemiştim o zamanlar henüz onları. Ve bunun çok kısa sürdüğünü gördüm, mesuliyet alma zamanı gelmişti bunun çok erken olduğunu farketmemiştim bile, kendimle övünüyordum, artık büyümüştüm...

Olumsuzluk kavramı, sevmemek gibi bir şey var şimdilerde. Moda sanki, üstümüze attığımız urba gibi...
Taklitçisi olduk herşeyin, halbuki o kadar üretken olabiliyorken..
Aslında olumsuz yönlerimizi sevmeli, sevgiyi anlamlaştırmalı. Sorunlaştırmadan, sarılmalı dört elle, çember içine alıp pamuklara sarmalı, sevgi yeniden filizlensin diye.
Asıl, olumsuzluk ve negatiflik değilmidir bizim sevgiyle buluşmamızı sağlayan?

Mesele kötü yönleriyle sevebilmek insanı, ki eğer sevemiyorsak anlamaya çalışmak. Yüzeysellikten kurtulup ne kadar iyi anlarsak, bir o kadar da çıkarımıza olur sevgi ve paylaşımlarımız. Varolurken de böyle değil miydi? Masum ve eldeğmemiş...

Kendi içimize bakıp, artı ve eksilerimizi tartıp, biz ne kadar iyiyiz, bir yanımızdakine ne kadar tahammül edebiliyoruz, olaylar karşısında sinirlerimize nasıl ve ne kadar hakim olabiliyoruz "diye sorgulamalıyız".

Eleştirmek en kolay ve basit seçenek. Hayatımızı kolaylaştırıyor sanıyoruz, gerçekten öyle mi? Öğrenmek, araştırmak hatta irdelemek gibi bir çabamız yok. Bunu kayıp zaman biliyoruz. Hani insandık, hani sevgi beslerdi yüreğimiz, hani hoşgörüde üstümüze yoktu, biz farkında olmadan yozlaşıyor muyuz?...

11 Eylül 2009 3-4 dakika 2 denemesi var.
Yorumlar