Borges'in Kaplanı

Düşümde, hiç görmediğim Buenos Aires'in caddelerinde dolaşıyordum. Kentin tam göbeğinde Suipacha'yla Esmeralda arasındaki Tucuman Sokağı'nda bir evin önünde kalakaldım. Oradan geçen birine yarım yamalak ingilizceyle "Hangi yıldayız ?" diye sordum. "1899" dedi ve ekledi "Madem bu gün buradasın, 14 Haziran 1986'da Cenevre'de ol".
Bir düş görüyor olmam, şaşırmayacağım anlamına gelmez. Bana bir bıçak uzatıp "Al şunu yanından eksik etme. Beladan uzak dur, ama meydan okuyan çıkarsa korkak davranma." dedi.
Koluyla, gökyüzünün bir tarafını tararcasına yarım bir daire çizip karşıdaki bir oteli gösterdi. "Bu gece burada kal ve yanına bir kadın almayı unutma." Diğer koluyla gökyüzünün öbür yanını tarayıp bir meyhaneyi işaret etti. "Yarın, yani kırk yıl sonra onunla burada buluşacaksınız."
Gecenin ortasında terden sırılsıklam uyandım. Nefes nefeseydim. Zifiri karanlığın içinde hiç bir şey göremiyordum. "Ne oldu aşkım?" dedi eşim. "Sorma berbat bir düş gördüm. Çok susadım, buz dolabına gidip soğuk bir su içeyim." dedim.
"Buz dolabı mı ? O da ne?"
Buz dolabı ne mi ?
Dondum kaldım.
Işığı açmak için ayağa kalkıp yürüdüğümde yüzümü duvara çarpıp yere yığıldım. Ama acıyan yüzüm değil, sargılı sol kolumdu. İç güdüsel hareketle koluma dokundum, elim ıslandı. Burnuma kan kokusu geldi.
Ömrüm boyunca nerede uyandığımı bilemeyecek kadar sarhoş olmadım diye düşünürken bir gaz lambasının havada uçuşarak bana doğru geldiğini gördüm. Gizli bir el, fitilin düğmesini çevirince arkasındaki karadan da kara tenli kadının yüzüyle karşılaştım. "Kolunu merak etme, geçer" dedi.
"Düş devam mı ediyor ?" diye sordum. "Evet" dedi.
"Koluma ne oldu?".
"Dün akşam barda biri bana baktı diye ortaya çıkıp meydan okudun !"
"Ben mi yaptım bunu?"
"Evet !"
"Nasıl oldu da yaşıyorum ?"
"Çünkü yaşamayan diğeri."
"Birini mi öldürdüm ?"
"Merak etme, seninki sadece bir uyarıydı. İlk saldırıyı o gaucho yaptı. Bıçağı sol kolunu sıyırıp geçti. Ama ayağı kayıp kendi bıçağının üzerine düştü."
"Neden hiç bir şey anımsamıyorum ?"
"Anımsayıp ne yapacaksın ki ?"
"Bana biraz su getirir misin?"

Yerde öylece oturmuş su bekliyordum. Sokaktan kavga sesleri geliyordu. Koluma dokundum. Yabancı bir ülkede, tanımadığım bir kadın için, tanımadığım birine meydan okudum ha ? Böyle bir durum karşısında kendimden gurur duyduğum için utandım birden.
Elinde cam sürahi ve bardak olan başka biri girdi odaya.
Bardağa su koyup uzattı bana. "Az önceki kadın nerede?" diye sordum.
-Ama ben bu soruyu "Az önceki bayan nerede?" diye sorardım normalde-
"Ben kızıyım, aradan epey zaman geçti." dedi.
"Nasıl ?"
"Aradan 40 yıl geçti."
Bardağı önce dudaklarıma değdirip soğuk sudan kanarcasına içtim.
"Bu soğuk su nereden geldi?" diye sordum.
"Buz dolabından" dedi.

Uyandığımda yanımda kimse yoktu. Giyinip dışarı çıktım. Tucuman Sokağı'ndan ana caddeye girdim. Biraz daha yürüdükten sonra bir pastahaneye daldım. - "pastahaneye dalmak" benim tarzım sözler değil- Dil bilmeye gerek yok, vitrindekilere işaret edip çay istedim. Ben çöreklerimi yiyip çayımı içerken, görevli kızların bakıp gülüştüklerini gördüm.
"Sorun ne kızlar ?"
"Sorun yok senior ! Siz O'sunuz değil mi ?"
"Ben kimim ? O kim ?"
"Düşe davet edilmiş olan !"
"Siz böyle mi diyorsunuz yani?"
"Evet senior!"
"Peki kaç kişi geliyor, hangi zaman aralıklarında?"
"Hiç belli olmaz. Bazen her saat, bazen yüzyılda bir"
O andan itibaren mantık yürütmeyi iyice bıraktım.
Birden yanıma yaşlı bir kadın geldi. "İyi günler." dedi. Düş işte, garip duygular, sanki yıllardır tanıyorum.
"Bir gece benim için kavga etmiştin." dedi. Derisi hala kara yılan kadar siyah ve güzel.
"Koluna bakabilir miyim?"
...
"Lütfen ağlama...Çok mu yoruldun? Az kaldı biraz daha dayan"
"Saat kaçta gelecek ?"
"Günün zevkini çıkar. Al, bu soğuk su iyi gelir. Geciktim gerçi..."

Akşam üstüne kadar caddelerde dolaştım. Hatta bir ara "İskenderiye Kütüphanesi" adında bir kitapçıya rastladım. Büyük bir olasılıkla adı "Liberte" olan bir sokağı sürekli "Labirent" diye okudum.
Meyhaneye girdiğimde tam orta yere kurulmuş tek bir masa vardı.
Karşısına oturdum. Bir süre sessiz kaldık.
"Okuduğun ilk öyküm Zahir'di, sonra Yolları Çatallanan Bahçe ve Kum Kitabı'ydı ve gerisi geldi"
"Evet" dedim.
Gülümsedi:
"Senden bir ricam var!"
"Nedir?"
"Sizin memleketten rakı dediğiniz içkiyi getirttim. Tüm seremonisi ile nasıl içildiğini bana gösterir misin ?"
Sanırım bakışlarımdaki kuşku onu rahatsız etti:
"Yo yo yo, sadece bu iş için çağırmadım sizi. Samimiyetinize sığınarak öğrenmek ve bilgilenmek istiyorum lütfen yanlış anlamayın, eski osmanlı resimlerinde görmüştüm." dedi.
"Tamam, biz cumhuriyet çocukları bu geleneğe yeni unsurlar ekledik, sakıncası var mı ?" dedim.
"Yeter ki anlatarak ve bilgilendirerek devam ediniz" dedi.
Tüm kuralları çok çabuk anladı.
Üçüncü kadehte:"Sayın Borges, artık bir şey söylemenizin zamanı geldi." dedim hınzır bir gülümsemeyle.
"Her kültürün kendine özgü bir esprisi vardır elbette, nedir ?" diye sordu akıllı adam.
"Ne olacak bu Arjantin'in hali ? diye sormanız gerekiyor."
Epeyce gülüştük. Birden ciddileşti.
"Kendi düşünü mü gördüğünü sanıyorsun ?" diye sordu.
Biraz düşündükten sonra "Evet" dedim.
Arkasına yaslanıp derin bir nefes aldı. "Hayır delikanlı, benim düşümü görüyorsun."
"Ama, mantıksız bu." dedim.
"Sana kanıtlayacağım bunu." dedi.
"Nasıl ?"
"Öncelikle hemen yukarıdaki sorunun sonuna dedi sözcüğünü ekleme." dedi. Hiç bir anlam veremiyordum.
"Kopukluk olmasın, 'Tamam' diye yaz şimdi."
"Tamam." dedim.
"Peki öykünün adı ne olacak?"
"En yukarıya bakarsan görürsün!"
"Kaplan ?"
"Bu öyküde kaplanın kendisi asla olmayacak."
"Ama okuyucu yadırgayacaktır bunu. Organik bütünlükte eksiklik görecek."
Bir sır veriyormuşcasına bana doğru eğilip, kulağıma: "Benim gibi bir usta söz konusu olunca, okuyucu saygıyla karşılayacaktır." diye fısıldadı.
Kısık bir sesle sordum: " Neden beni çağırdın".
"Çaktırma, Tlön Dili'ni özlemiştim."

30 Temmuz 2009 5-6 dakika 1 denemesi var.
Yorumlar