Buz mavisi
İşte o noktaya geldin en sonunda. Kısa cümlelere uzun cümlelere gerek kalmadan. Sorular yok yanıtlar yok. Ne güzel dümdüz olmak, dümdüz bozkırlarda sen olmadan seni yaşamak.
...anlatmak istediklerim bambaşkaydı. Yani şekillendirdiğim, seramik renkleri verdiğim, fırınlarda pişirdiğim turkuazların, lapislerin, camsı parlaklığında seni canlardırdığım, belki günlerce düşlerini kurduğum çağla ağaçlarının kokusunda patlamış çiçekler gibiydi sana anlatmak istediğim sözlerim...
Biliyorum. Suskunluğumdan alındın. Buz tutmuş gölün kanat takmış melekler gibi sessiz sessiz o bembeyazlığında, biliyorum yürüyüşlerimiz sırasında çırılçıplak kavak dalları bile rahatsız olmuştu.
Beklemek ne kadar da kötüydü!Akşamın buz mavisi rengi usul usul içimize sokulurken. Evet! Çünkü seni göndermeliydim. Hayır! Çünkü seni göndermemeliydim.
O ilk anlar! Başarabilecek miyim, yokluğuna alışabilecek miyim? Saatime bakmamaya, bindiğin arabanın rengini, oturduğun koltuğun numarasını başını pencereye yaslayıp öylece dalgın, uzaklara dalışını ve ben de ve benimde sen de kalışımı, düşlemeden yaşayabilecek miyim?
Tipi başladı. Sonunda gece... Koca bir şehir lâllar içinde. Eve yürümek, kanepeye uzanmak ve kayıtsız kalmak, odaların ışıksızlığında camlara vuran tipi tanelerinde seni düşünmek, kombiyi yakmadan, gidip yerine yatmadan, üstünü değiştirmeden, eğer değiştirirsem kokunu kaybetmekten korkarak, ürkerek ve üşüyerek inadına donarak sabahlamak, sanki sabah olunca belki rahatlarımlarla yeni bir güne ne kadar süreceği belli olmayan uykusuzlukla başlamak...
Tuhaf... Televizyon açık mıydı? Şu Afili Yalnızlığı kim söylüyordu?
17 nisan 2008