Çaya ve Biraz da Sana
Sen oturmamış çayı çalkamıştın, bir daha oturmazdı taşlar yerine. Bir daha durulmazdı bu bulanık su. Ve ben artık hep puslu tanıyacaktım seni, kış gününde soğuk pencerenin, diğer tarafında soba yanarken cama çıkan buğu gibi olacaktın. Hep camın diğer tarafında kalacaktın. Doğru ya sen hep bilinmezliği severdin, tam olarak yanımda olamadığın gibi tam olarak da görünmeyi istemezdin. Ama bu bana mahsus bir şeydi, sorunun benimleydi, banaydı bilinmeyenlerin, bildirmek istemediklerin.
Çaydanlığın altındaki suya dem karıştırmıştın, artık umutlarımız bulanık sularda yüzmeye çalışacak ama önünü göremeyecek hiçbir umut, biz de göremeyeceğiz kaybolan umutları, oralarda bir yerlerde olduğunu bilecek, ama yakalayamayacağız, peşinden koşmak için yönünün belli olması gerek umutların.
Sonra aniden bir şey oluyor
Biz umutların olduğu yöne bakarken...
Ellerim kıvrım kabiliyetini yitiriyor, ellerim buz soğukluğu sertliğinde. Hava mı soğuyor birden, bilmiyorum. Ama parmaklarımla kavradığım bardağı hissetmiyorum artık, yere düştüğünü görüyorum, parçalara ayrılırken, hiçbir ses (şıngırtı) duymuyorum. Sanırım ellerimin hissiyatıyla birlikte duyma kabiliyetimi de yitiriyorum.
Kırılan bardağa bulanık su ile çay demlemiştik, bir daha hiç dolmayacak bir bardağa, doğmayacak umutların koşturmalarını hayal edecek kadar ileri götürmüştük işi. Umut denilen uyuşturucunun kollarına bırakmak kendimizi daha kolay gelmişti, rüyadan uyanmaktansa uyumaya devam etmek daha kolaydı hep, rüya görmesek bile. Sıcacık yatağı terk etmek hem de kış günü zordu.
Çaydanlığın dibi kireçlenmiş umut kırıntılarıyla dolu, suyu tükendiğinde anlıyorum çaydanlığın da artık sabrının kalmadığını. Yanmak için çok neden var, bu kışta, bu soğuğun tam ortasında, kırılan bardak yerde yatarken, parçaları her bir yana dağılmışken yanmak en olası durumdu.
Sen gidiyorsun, ben 'bu nasıl oldu' tedirginliğini yaşıyorum, sanki daha önce gitmemiş gibisin. Evet bu sefer gelirken, gerçekten gitmemiş gibiydin, hatırlıyorum. Bir çay içimlik zaman için gelmişsin, ellerimin hissini kaybettiği bir anlık boşlukta gittin, o bir anlık boşluğa gömüldün belki de. Bir daha üzerin açılmamak üzere örtüldü, o bulanık sudaki umutlar gibi.
Çaydanlık yanıyor,
Umutlar yanıyor
Kızarmaktan daha fazlası bu, umutlar kararıyor.
Ben sesimi çıkaramıyorum!
Artık biliyorum ses çıkarmanın anlamsız bir isyandan öte, bir şey getirmeyeceğini. Uyuşukluğum ellerimden sonra bedenime yayılırken sessizce izliyorum bu gidişini de. Gelene kadar belki de hissetmeden kalacağım bu koltuğun üzerinde. Umutlarım sürükleniyor ama peşinden, annesinin elinden aniden kaçıp, kurtulan çocuk gibi fırlıyorlar sokağa. Tutamıyorum, ellerim hissetmiyor çünkü. Yerde yatan cam kırıkları gibi, söz geçirmiyor umutlar da. Şimdi canlansa o yerdeki cam parçaları, gelip bedenime saplansalar, sadece izlerim, hissetmeden. İşte bu kadar hissisizim artık gidişine.
Aynı dalgınlıkla hissetmeden yaşayacağım tüm mevsimleri, bir güne birkaç mevsim sığarken buralarda, bir güne de yükünce acı sığabiliyor. Bize sessiz sedasız yaşamak kalıyor, hissizce. Mevsimlerin gidişine ses çıkaramadığım gibi susuyorum. Tutmak mümkün müdür beyaz karları çok sevdiğimiz halde? Tutamıyorum seni de. Zaman ayaklarımın altından geçiyor, ben oturduğum yerde kalıyorum, arkamdaki pencereden mevsimler geçiyor, çaydanlık patlıyor, tüp bitiyor, ev yanıyor. Koltuk yanıyor, ben kalıyorum.
Bir tek yerdeki cam kırıklarına bir şey olmuyor, onlar benimle yaşıyor, soğuk, cansız ama yaşıyor. Elle tutulabilir büyüklükte, gözle görülebilir canlılıkta ve bu cansız evde canlılar. Hayallerin pencere parmaklıklarına asılı olduğu bu ev, yalnızlık kokuyor şimdilerde biraz da yanık. Simsiyah her şey, pencerelere kadar, film çekmiş gibi.
Belki ben de bir masaldayım, belki elma yedim hakkım olmadan. Cennetten kovuldum, hep elma iş açmıyor mu başımıza? Pamuk Prensesken de böyleydi, o zaman da zehirlenmiştim. Şimdi ben beni öpecek Prensi nerden bulacağım? Ev yanık diye gelmez ki...
***
Neyse...
Yazacaklarımı yine sonlandıramıyorum ve her yazdığım yine olmuyor gözlerine, az geliyor, az kalıyor. Yüreğimdekileri kağıda dökemiyorum belki de beceriksizliğim bu.
Sen en iyisi gel. Olmadı yıkarız bu evi, yeniden yaparız, gelirken çay getirmeyi unutma, belki yeniden demler içeriz, bu defa kırılmaz belki bardaklar, ellerimiz gerçekten hisseder bu sefer. Umuyorum gelmeni ve pencerelere astığım hayalleri biriktiriyorum içimde. Sen gel hayal kurmak benden, bir sürü biriktirdim, söz veriyorum hayal kurmaya çalışmayacaksın yeniden, bilirim yeni hayal kurmak yeni ev kurmak gibidir.
Şimdi uyuyorum
Biraz da susuyorum
Tırnak içine aldığım adını öpüyorum
Otuz Bir Ocak İki Bin On Üç 13 30