Çizgi
Silaha sarılıp uzanmış bir şekilde, dakikalardır tepemizden geçen kurşunların sesini dinliyorum. Ne zaman bitecek? Hızları zamanla ters orantılı olsa da etkileri aynı diye düşünüyorum birden. Silahların patlama sesi de eklenince hayatımda duyduğum en çirkin sese maruz kalıyorum son birkaç dakikadır. Hayır, Tanrı'nın hayal gücünü küçümsemeyeceğim bu defa. İleride bundan daha kötüsünü de duyabilirim, biliyorum. Hava kararmak üzere ve çok soğuk. Kafamı arkasına sığındığım kayanın ardından hafifçe kaldırıp bakıyorum. Birilerinin düşman diye adlandırıp öldürmemi istediği insanlar üzerimize kurşun yağdırıyorlar. Bir, iki, üç, dört... Saymayı bırakıyorum. Hepsinin yüzünde donmuş, katılaşmış bir öfke var. 'Neden?' diyorum içimden, 'bizi tanımıyorlar bile.' Üzerinde çeşitli semboller bulunan yeşil kıyafetlerimiz mi onları kızdıran? Elimdeki bu şekilsiz ve bir o kadar da soğuk demir yığınını gerçekten isteyip istemediğimin hiçbir önemi yok mu? Hayır, sonucu ne olursa olsun kullanmayacağım onu. Renkler, şekiller, simgeler, çizgiler... Hepsinin canı cehenneme! İnsanlar tarih boyunca kendilerinin yaratıp somutlaştırdığı bu imgeler yüzünden birbirini katletmiş. Bu tabuları tartışmaya ayıracakları zamanı daha fazla canlı öldürmeye, daha fazla kazanmaya; daha fazla yemeye, daha fazla sahiplenmeye ayırmışlar. Hep 'daha' demiş içimizdeki açgözlü hayvan ve bizler itaatkâr birer köle olmuşuz ona, yargılamamışız. Çocukluğumda Dünya'nın uzaydan çekilmiş bir fotoğrafını gördüğümden beri saçma gelmiştir yeryüzüne insan eliyle çizilmiş 'burası benim' çizgileri. Şimdi ise aslında olmayan bu çizgiler uğruna hiç tanımadığım insanları öldürmemi istiyorlar. İnanmadığım, binlerce yıldan beri uğruna milyonlarca insan ölmesine rağmen değişip duran çizgiler uğruna... Hayır, atalarımın binlerce yıldan beri yaptığını yapmayacağım.Tekrardan kafamı eğdiğimde Mehmet'le gözgöze geliyoruz. Hiç sevmediği silahına sarılmış, titriyor. "Çok soğuk" diyor. Silahların, kurşunların ve insanların öfke dolu seslerinin karıştığı bir hengâmede titrek sesiyle devam ediyor Mehmet: "Üşümüyorlar mıdır sence?" Bu onu ikinci kez titrerken görüşüm.
Karlı ve soğuk bir Ankara sabahındayız. Artık arkamızda kovalayan kimsenin kalmadığını bildiğimiz halde sessizliğin bozulmasından korkarmışcasına hiç durmadan koşuyoruz. Dakikalardır yüzümüze çarpan soğuktan olsa gerek Mehmet daha fazla dayanamyıp sendeliyor. Kalktığında kaldırımdaki kara aldırış etmeden sırtını duvara yaslayıp oturuyor. Hiçbişey söylemeden yanına ilişiyorum. Ortamdaki tek ses birbirine karışmış, düzensiz nefes alıp verişlerimiz ve Mehmet'in öfkeli öksürüklerinden ibaret. Kendimizi biraz topladıktan sonra bir sigara yakıyorum. Sigaranın dumanı dakikalardır soğuğa alışmaya çalışan ciğerlerimi yakıyor. Hiç bitmeyecek sandığım sessizliği Mehmet'in sorusu yırtıp atıyor: "Neden?" Kafamı çevirip baktığımda bana bakmadığını, gözlerini bir noktaya dikmiş öylece durduğunu farkediyorum. Titriyor. "Neden hiçbir haltın değişmeyeceğini bildiğimiz halde yapıyoruz bunu?" Soğuktan olsa gerek sönmek üzere olan ağzımdaki yarım sigarayı uzatıyorum. "Biliyorsun." Uzattığım sigaradan derin bir nefes alıp devam ediyor: "Artık hiçbişey bilmiyorum. Daha ne kadar savaşabiliriz ki yeryüzündeki en büyük katille? Düşlerimiz, özgürlüğümüz, benliğimiz... Hepsini tek tek alıyor elimizden. Sesini yükselterek devam ediyor. "Ve biz yeryüzündeki en büyük katil olan devletin asla yıkılmayacağını bildiğimiz halde neden çırpınıp duruyoruz bilmiyorum. Eninde sonunda bizi de onlara benzetecek, birgün biz de herkes gibi olacağız." Yüzünde bugüne kadar gördüğüm en yorgun ifade var. İçindekileri kusmanın verdiği rahatlamayla sigaradan derin bir nefes daha alıyor. Kafamı sakin bir tavırla boş olan sokağa çevirip: "Daha merhametli bir katil için." diyorum. Susuyoruz. Muhtemelen ikimiz de daha merhametli bir katilin ne kadar mümkün olduğunu düşünüyoruz. Çok geçmeden sokakta yankılanan telaşlı ayak sesleriyle irkiliyoruz. Biraz önceki protestoda bizimle birlikte olan Tuna bu, sekiyor. Yanımıza ulaşmadan bağırıyor: "Geliyorlar!"
Mehmetin haykırışı kurşun seslerini bir jilet gibi kesiyor adeta: "Çok soğuk!" Sırtını arkasına saklandığımız kayaya yaslamış. Silahın namlusu çenesinde. Zihnimin içinde uçuşan kelimeleri yakalayıp yapma diyemiyorum. Yapıyor. Nefret ettiği demir yığınından çıkan tek bir kurşun dindiriyor fırtınasını. Saniyeler içinde yere yığılıyor biraz önce titreyen cansız bedeni. Kıpırdayamıyorum bile. Kovalamaktan yorulduğu düşleri miydi onu bu denli üşüten? Artık önemi yok. Yarım kalan binlerce öyküden yalnızca biri artık tutunduğu düşleri. Böyle bir son hayâl etmiyordu, biliyorum. Tanrı ne kadar acımasız bir senarist olduğunu bir kez daha kanıtlıyor. Sessizlik uğultuya dönüşüp beynimi kemiriyor. Bütün düşüncelerim uyuştu. Bir hayvan gibi çığlık atmak geliyor yalnızca içimden. Bütün canlıların canı yandığında yaptığı gibi: Boğazım yırtılırcasına bağırmak. Yerdeki kanlı, boş kovan takılıyor gözüme. Hayır. Mehmet değil, yıllardan beri 'biraz daha merhamet' dilendiğimiz o katil çekti tetiği. Artık onlar gibi olmak için bir nedenim daha var. Daha eksik, biraz daha yalnızım.
Aralık / iki bin on iki