Çocuk Olabilir miyim Yeniden
' Abla... Abla, uyan!'
'.....'
' Hadi abla ya! Daha bir sürü yolumuz var. Seni mi bekleyeceğiz? '
.../...
Uyuyan zihnimin derinlerinde, sesler duyuyordum. 'Uyan' diyordu, biri. Ben de uyanmak istiyordum ama uyanamıyordum. Uyanmak mı istemiyordum, yoksa?
.../...
Yumruk yaptığım ellerimle, gözlerimi ovuşturdum. Bin bir güçlükle araladığım gözkapaklarımın ardından, üzerime eğilmiş, omuzlarımdan sarsarak uyandırmaya çalışan muavinle göz göze geldim.
' Tamam, uyandım.'
Üst bagaja koyduğum, çantamı aldım. Kaptan'a teşekkür ederek, otobüsten indim. Valizim, çoktan çıkartılmış, kaldırımda beni bekliyordu. Sabahın henüz olgunlaşmamış saatinde, hava serindi. Ürperdim. Valizimin, çekme sapını yükselttim. Ardımdan sürükleyerek, yürümeye başladım.
.../...
' Kaptan, bu saatte nereye gider, bu kadın? Yatacak yeri var mıdır? Yolunu bulabilir mi?'
' Sen, merak etme. Yolunu da bulur, yatacak yerini de. Sen doğmadan çok önce, burada yaşıyordu, o. '
' Tanıyor musun? Kim bu kadın?'
' Onu da ailesini de tanımayan yoktur, buralarda. Yıllardır görmüyordum.'
'E neden gelmiş ki acaba?'
' Belli ki aradığı bir şeyler var. Hadi, sen de otur yerine de yolumuza devam edelim.'
.../...
Valizimin tekerlekleri, henüz uyanmamış kasabamın, Arnavut kaldırımı sokağında, kulakları sağır edecek sesler çıkartıyordu. Tıkır... Tıkır... Tıkır... Her bir tıkırtı, beni daha çok yaklaştırıyordu, gitmek istediğim yere.
İsmet Amcaların evinin köşesinden döndüm.
Sağ tarafımdaki çay bahçesi, terkedilmiş görüntüsü ile ne kadar hüzünlü duruyordu.
Gideceğim yere varmamı, bir süre erteledim. Çay bahçesinin yanındaki, dar geçitten, denize doğru yürümeye başladım. Kordon. Her akşamüstü, giyinir, süslenir yürüyüşe çıkardık. Adet, öyleydi. Bütün kasaba, aynı şeyi yapardı. Bir aşağı, bir yukarı... Bir yandan çiğdem yer, bir yandan sohbet eder, bir yandan da yürürdük. Bir aşağı, bir yukarı...
Yukarı doğru, yürümeye başladım. Asfalt dökülmüştü. Orası da Arnavut kaldırımıydı, bir zamanlar. Derin bir nefes aldım. Mis gibi iyot kokusu doldurdu, ciğerlerimi. Ciğerlerimdeki 'şey'den ne kadar yer kaldıysa? Başımı salladım; zihnime üşüşen düşünceleri, kovalamak için. Neden geldin? Dedim. Unutmak için. Düşünmek için. Şimdi, zamanı değil.
Durdum. Çay bahçesinin, toplanmış sandalyelerinin arasından görünen, eve baktım. Evim. Kavuniçi saksılıklarının boyalarının nasıl kabardığı, buradan bile seçilebiliyordu. Rengarenk çiçekler ekerdi anneannem, o saksılıklara. Gözü gibi bakar, sulardı; solmasınlar diye. Sarmaşığın bir dalı sarktığı için sandalyeye çıkmış ve dengesini kaybedip, balkondan aşağıya düşmüştü. Sabahın sessizliğinde, kahkahalarla gülmeye başladım. Anneannem düşünce, Mahmure Teyze: ' Uçtu... Uçtu...' diye bağırarak, salona koşmuştu. Romatizmadan eğrilmiş bacaklarının, tüm gücü ile. Uçanın, anneannem olduğunu anlamaları epey uzun sürmüştü, ev halkının.
Kahkaha attım! Gülebiliyorum! O kadar uzun zaman oldu ki böyle gülmeyeli... Unutmuşum, sesimin gülerken ki tınısını.
Çantamdan anahtarlarımı çıkarttım. Kilide soktum. Dönmedi. Bir kez daha denedim. Bir kez daha, tüm gücümle... Her seferinde, birkaç santim döndürmeyi başarabildim ama kapıyı açamadım. Evim, beni istemiyor mu? Bir kez daha denedim. Anahtar, döndü. Kapıyı ittirdim. Bir daha ittirdim. Gücüm, tükenmişti. Alnımda biriken terleri, elimle sildim. Nefes nefese kalmıştım. Göğsüm, deli gibi inip, kalkıyordu. Nefes almaya çalışıyordum, başaramıyordum. Olduğum yere çöktüm. Kapıya yaslandım. Buz gibiydi.
' Neden beni almıyorsun, içeriye?'
' Sana, kırgınım. Neredesin bunca zamandır?'
' Haklısın. Ne desen, haklısın. İnan bana, yüreğimin bir köşesi senindi, her zaman. Ne olursun beni, içeri al.'
Sırtımda bir sıcaklık hissetmeye başlamıştım.
' İnsan, bir kere olsun gelmez mi?'
' Çok istedim. O kadar çok istedim ki... Ama olmadı. Bak, sana en ihtiyacım olduğunda, geldim. Buradayım. Ne olur beni, affet.'
Sırtımdaki sıcaklık, giderek artıyordu.
' Beni, kandırmak için söylüyorsun.'
' Vallahi değil. Sana, ihtiyacım var. Senin sıcaklığına, ihtiyacım var. Ne olursun, al beni.'
Nazlı sevgili edasıyla, paslanmış menteşelerini gıcırdatarak açıldı, yavaş yavaş. Güçlükle yerimden doğruldum.
' Teşekkür ederim ' dedim. ' Çok teşekkür ederim.'
Valizimi sürükleyerek, içeri girdim. Yine usul usul kapandı, arkamdan. Döndüm, kocaman bir öpücük kondurdum, küf kokulu ahşabına.
Holden geçerek, yemek odasına geldim. Solumda kalan salona doğru ilerledim. Valizimi, salonun ortasına bıraktım. Dar koridordan geçerek, odalara doğru yürüdüm. Solda, oturma odası. Yanında, anneannemin odası, sonraki de babaannemin odasıydı. Onun da yanında, bizim odamız vardı. Ablamla benim, odamız. Açık kapıdan, içeri girdim. Yataklar, yapılıydı. Evim, gelirim / geliriz diye bekliyordu. Yıllarca yattığım yatağımın, örtüsünü açtım. Yastığımı aldım ve salona geri döndüm.
Valizimi açtım. Az sayıdaki kıyafetlerimin altına elimi soktum. Geceliğimin kumaşı dokundu, elime. Çektim, çıkarttım. Yol kıyafetlerimden kurtuldum, hemen. Geceliğimi giydim. Pencerenin karşısında duran, büyük, koltuğa uzandım. Burnumu, yastığıma gömdüm. Mis gibi yeşil sabun kokusunu çektim, ciğerlerime. Deli gibi öksürükle sarsılmaya başladı, bedenim. Yadırgamadım... Neden? Demedim... Ne oluyor? Diye sormadım. Bütün soruların yanıtlarını, biliyordum.
Geceliğimi çıkartırken yere düşen, beyaz, büyük zarfa ilişti, gözlerim. Elime ilk aldığım günü, hatırladım. Odada, iki kişiydik: Ben ve beyaz gömlekli, doktor.
' Ciğerlerinizdeki hasar, onarılamaz boyutta. En fazla, üç aylık ömrünüz kalmış. Üzgünüm.'
Ne garipti ki ben, üzgün değildim. Hatta mutluydum. Garip bir huzur çökmüştü, içime. Doktor neler yaşayacağımı anlatırken; ben, çoktan dolaşmaya başlamıştım, çocukluğumun mutlu sokaklarında.
.../...
Balkondaki kavuniçi saksılıklara ve onların ardından görünen sabaha baktım. Gün, doğmaya başlamıştı, Midilli'nin üzerinden.
Güneş, hoş geldin diyordu, bana.
Hoş geldin diyordu, evim.
Hoş geldin diyordu, çocukluğum.
Gözlerimi kapattım. Uyudum. Huzurla. Evimde olmanın, huzuruyla...
29.07.2011
Güzelbahçe