Çocukluğum Ahşap Evin Tahta Aralarında Kaldı
Şimdi bu sabah bir garip uyanacağız, midemizde bir sızı karnımızın tümünü kaplayacak. İçimizdeki boşluk gün geçtikçe büyüyecekmiş gibi gelecek ilk zamanlarda. Belki de büyüyecek ya da unutulacak. Diğer bir seçenek de; o boşluğa da alışacağız. Yokluğa alıştığımız gibi. Varlık olmasa yokluğu da bilemeyeceğimiz gibi.
Uyandığımızda başka bir yerdeymiş gibi yabancı olacağız çevremize, biraz utanacak sonra kendimize gelmeye başlayacağız, aslında kendimize gelmek de istemeyeceğiz. Etrafımızdaki her şey bir garip, bir başka gelecek bize. Her şey, herkes bize bakıyormuş gibi gelecek, olmayan bir sürü göz hissedeceğiz üzerimizde, gözlerden kurtulmak için saklanmaya çalışacağız kendi kendimize. Perdeleri açmayacağız, odada yanan loş mavi ışık yetecek bizi bir başımıza bırakmaya.
Loş ışığın gölgesi elmas işlemeli taşlardan sızacak gündüzün orta yerine, biz gündüzleri gece gibi gizleneceğiz. Günün tam ortasında biraz karanlıklaşıp, biraz geceleyeceğiz.
Güneş doğarken, batışını seyreder gibi bakacağız güneşe, veda eder gibi, günün devamında geceyi yaşayacakmışız gibi geçecek gün.
Hayalleri koskoca senelere uzatırken, yıllar sonrasının planlarını yapmaya çalışırken, acılarımızı bir güne sığdırmaya çalışacağız, sığmayacak ama yayılacak, belki de senelere. Ağlamaklı bir şekilde bakacağız tüm güne, bir türlü karar veremeyeceğiz ağlamaya. Alışılıyor zamanla birkaç defa olunca, son terk ediş hep bekleniyormuş gibi geliyor. Başka şeylerle oyalanmaya çalışıp, başka şeylerle ilgileniyormuş gibi yapacağız. Sürekli uyumak isteyeceğiz, uyursak daha kolay geçecek gibi gelecek bize. Bazen öyle çok acıyacak ki içimiz, uyumamıza da izin vermeyecek ruhumuz. Ruhumuz bir kabirde sıkışıp kalmış gibi olacak, kendimizi dışarı atmaya çalışacağız, atamayacağız. Çünkü kimseyi görmek istemeyeceğiz. Herkes yüzümüzden okuyacak acımızı sanki.
***
Ojesi dökülmüş kalbime
Aseton da fayda etmeyecek.
Tırnaklarımın kenarları kırık hep, asetonla silemeyeceğim kalbimdekileri, ne tırnaklarım yetişecek koparmaya ne de asetonum yetecek.
Yeşil nane serinliği düşleyeceğiz, masal kadar uzaktakilere. Nanenin sadece acısını hissedeceğiz, ferahlığı bize denk gelmeyecek.
Bazen bir katı çatı düşlüyorum. Gecenin tam orta yerinden ruhumu iteleyip, gitmek istiyorum. Çatı katı daraltıcıdır biliyorum. Ama ruhumu özgürlüğüne uğurlamak için en güzel yer. Ahşap kokarken tahtalar, eskilere biraz daha dalacağım. Daldıkça daha çok isteyeceğim özgürlüğü. Balkondaki saksıda büyümeye çalışan nanelerin kokusu da yetmeyecek kurtarmaya. Bilinçsiz bir şekilde beynim sürekli acıya odaklı çalışacak ve daha fazla dayanamayacağım.
Ruhumu aç ve kuduz bir nefsin ellerine bırakmayacağım.
Ahşap kokulu tahtaların arasında doğduğum evde olacağım, yine, yeniden. Eskimeyecek ruhuma eski hikayeler anlatacağım. Elime bir bidon su alıp, tüm eşyaların üzerine serpeceğim, yüreğimdeki acılara su dökeceğim. Ahşap tahtalar ıslandıkça çocukluğumu tahta aralarından çıkaracağım. Bir köşede sinmiş, korkmuş bir kız belirecek, sandalyenin altında, dizlerini kırmış, saklanmış bir kız. Üzerinde kırmızı elbisesi, zaten hiç çıkarmazdı ki...
Çocukluğumun satır aralarından hiçbir şey bırakmayacağım ardımda, yakacağım tümünü. Ben uzaklaşırken ruhumla birlikte, çocukluğum sandalyenin altında çıkmayı bekleyecek, kaçacak belki de, eğer kapının arkasındaki kırmızı tokalı ayakkabılarına ulaşabilirse. Çocukluğumu yaşatmak için gidiyorum ben. Çocuk kalmak için, çocuk ölmek için. Bahçedeki papatyalar aynı kalır mı bilmiyorum ama bu odadaki sandalye hala duruyor. Çocukluğumu unuttuğum yerde.
Bir sır tutmak isterdim hep, pas kokan demir karyolamın içinde, bir sır saklamak isterdim, oyulmuş duvarların beton aralarında. Çocukluğumu saklamak isterdim satır aralarıma. Çocukluğumu unuttuğum yerden kurtarmak isterdim, unutulmamış gibi, bırakılmamış gibi. Papatya narinliğiyle sarılayım isterdim, çocukluğumu yaşatmaya çalışırken. Parmaklarımın arasından hızla geçen yıllar en çok tırnak uçlarıma dokundu, en çok yüreğim acıdı, çizerek değil, yırtarak geçti.
Günlerdir ağzıma bir lokma laf atmıyorum, belki ölürüm diye, ağzımı mühürledim, dişlerimi sıkarken, her sabah benliğimi aşındırdım güneşin karşısında, farkıma varmamıştı hiç, o benim çok farkımdaydı.
İkiye bölünmüş bedenim, bir tarafım yanarken, bir tarafım donuyor,
Bu kadar ayrıyım kendi bedenimden
Yüreğim acırken, ruhum mutlu
İkisinin arasında kaldım, sıkıştım.
Çocukluğumla bu kadar yaşarken,
Bu günüme ölüyorum.
Ben gideceğim,
Akrepler ısınacak çocukluğumun evinde,
Tahta araları hiç kapanmayacak.
Eğer sabah olursa yine cesaretim kırılacak biliyorum
Çünkü;
Tüm c/esaretler gece doğar
Ve güneşin doğmasıyla terk eder.
Beş Ekim İki Bin On İki 00 20