Daha Nereye Kadar?
Daha nereye kadar yazacağım seni?
Bir bütünlük adına toplaya bildiğim tüm parçalar bile seni tamamlayamıyor. Yarım kalmak da hani beş para etmiyor. Uğraşmak hani benim kabil-i zevkim, lakin beni biraz anlasan o zaman tükürmem, her vakit yalnızlığın yüzüne.
Şarkılar türküler mi söylenmedi senin için? Destanlar mı yazılmadı sana olan sevgilere? Aşkı ve âşık olanı her dem sürmedin mi gitmek istemediğin ama sırf birileri peşinden gelecek ve sana zevk verecek diye ha bire gittiğin?
Daha nereye kadar süreceksin beni Ninova?dan Babil?e?
Şiirler senin asil çocukların ve yalnızca sana boyun bükmeleri değil miydi imkânsızlıkların?
Yaratılmanın kutsallığını her dem bir kenara bırakmak ve sırf insanca yaşamak adına diğer insanları Yahova ilan eden güzelliğin değil miydi edebiyatta ırkçılık?
Ya da sen değil miydin karanlıktan kaçarken geceye âşık olan?
Daha nereye kadar yazacağım seni?
Kalemin, ışığın titrek avuçlarında bir sağa bir sola kayması ve sayfa sayfa bir şeyleri karalaması adına, şairlik dediğimiz, daha kaç kişi, yürek çürütecek doymak bilmeyen, betimlendiğin sefil cümlelerde?
Sen, ister şaha kalk ister bir ayağı kırık bir sandalye üzerinde dinlen, saçlarını gören her insan şair mi olur sanırsın?
Kimi terörist sevdası der.
Kimi mazlum sevdası der.
Kimi sıradan bir derbeder der.
Daha nereye kadar yazacağım seni?
Sen, yokluğunla bela varlığınla müptelasın.
Sen, karanlığın avuçlarından her gün kayan bir yıldız oldukça, biliyorum gün ışığı unutturacak toplumsal yaralarımın kişisel sorumluklarını.