Dante gibi filozofça yaşayamamış olsak da
Dante gibi filozofça yaşayamamış olsak da geride kalan yıllarımızı -belki bomboş yaşamışlıktan olsa gerek otuzbeşinci yaşımızı bekleyemedik ömrün ortasına varmak için. Daha sığ, daha boşvermiş ama çok daha hızlı yaşadık, hala sorgula(n)maktan korkuyoruz üstelik.
Felsefe kitaplarının önsözlerini, şiirlerin vurucu kısımlarını aldık ezberimize, kendi suretlerimize vaazlar vermek için. Romantik akortlar yetti bize, sahil aşklarında isyan aramadık, şimdi isyan etmeye yetecek sesimiz yok. “bağışlayıcı bilge” pozlarındaydık, ilişkiler çiğleştikçe kişiliksiz bir tebessüm kazındı yüzlerimize; Bunu bir erdem gibi pazarladık, “bağışlayıcı” sıfatımızın reklamını yaptık. Oysa vurdumduymazlıktı bu. İçimizdeki şiddet arzusu alevlenmiş, iskeletimizi yakıyordu, damarlarımızı dağlıyordu.
Yaş otuzbeş olmadan ömrün ortasına gelmek çok şeydir. Onlu yaşlarında ihtiyar gibi görünen hastalıklı çocuklara benzedik. hastalandık, karantinaya alınmadı kimse, hasta hasta seviştik. sırtımızı döndük birbirimize.
Şimdi herşey daha süslü. Hayata hükmetmeye başladık erkenden. Soğuk şirket binalarında kendimize rahat koltuklar bulduk. Yara kabuklarımızı yaldızladık, göze hoş göründük. Bu ülkenin eğitimli ve marjinal gençleri olarak, sermayenin sevgilisi olduk. Para koydular cebimize, sırtımızı sıvazladılar; Sevdaları alaya vurduk, bizi alkışladılar. Toplantı salonlarında, seminerlerde sevişir olduk kendimizle.Tatmin olmak bilmeyen egomuzu okşadık, bizi izleyen herkes esirdi. Aşkı bilmeyen aşk çocukları’ymışız, bizi bize böyle tanıttılar.
Uyanışımız bir felaket olabilir, zarar verebiliriz kendimize. Gözlerimizi açmak acı veriyor, gerçeğin zehirli hüzmeleri göz bebeklerimizi yakıyor. Matrix’den korkuyoruz ama bilmek istiyoruz: ’’Kim koydu cebime bu paraları, evimdeki kadın kim, benden ne istiyorsunuz?” seminerlerde dün sizi avuçları patlarcasına alkışlayanlar artık vebalı ıslak bir hayvan muamelesi yapıyor fikirlerinize. Patronlar sizi kaybetmek istemiyor, tatile gönderiliyorsunuz, lüks mekanlarda torna tezgahına yatırılıyorsunuz. Gövdenizdeki çapaklar törpüleniyor, tüm dişlerinizi cilalıyorlar, artık büyük çarktaki yerinize dönebilirsiniz... Tatil dönüşünde şirketi bulamıyorsunuz, eviniz yitip gitmiş. Dev bir değirmen olmuş şehir, işyeriniz taştan koca bir tekerlek, insanlar mekanik...
İşte hayatın tam da burasındayız; Önümüz ardımız uçurum, seçeceğimiz yolu bulamıyoruz. Dante’den de umut kalmadı, bunu söyleyebilirim açıkça... Belki yeniden babamın oğlu olabilirim, ondan harçlık alır, okula giderim. Yolsuz kaldığımda kitap parası isterim. Yaşam hakkında ahkam keserim, bilgiçlik taslarım. O yine bana güler yorgun gözleriyle, beni incitmez... Bana başıma gelecek orospulukları anlatmaz; ’’bu hayat senin götünü kemirecek evladım, aklına mukayyet ol” demez, diyemez... ’’her şeyi bana sen öğretirdin, en zorlarını niye atladın baba !?” diye sormak için çok geç artık.
Gidecek yerim yok, kimseyle paylaşacak bir fikrim yok. dante gibi ortasındayım ömrün, bok gibiyim…